Ağlara takılan insanlık

Ağlara takılan insanlık

Türkiye, yaşarken her geçen gün daha da zorlandığımız bir ülke haline geliyor. Kastedilen sadece ekonomik ve sosyal zorluklar değil; Türkiyeli kadınlar, Türkiye’de yaşayan ya da yolu bir şekilde Türkiye’den geçen kadınlar artık adlı adınca “cinskırım” ..

Günnur Aksakal Baykan / BİANET 

Ömrünü sanatsal üretime adayan bir yazar Zülfü Livaneli… Şüphesiz birkaç kuşak, pek çok şarkıyı onun sesiyle tanımış, pek çok kitabına dokunmuş, mutlaka sinemada ondan izler yakalamıştır.

Eserlerinde hayata karşı vicdan pencereleri açıp bu pencerelerin önünü edebiyat çiçekleriyle süslüyor. İstismar mağduru Meryem’in hayata tutunuşu, Leyla Hanım’ın yozlaşmaya karşı duruşu, güzel İstanbulumuzun inkâr ve imhaya terk edilen Konstantiniyye yüzü,  “son adamızı” katleden kirli iktidarlar; cinayetler, aşklar, sırlar… Livaneli’nin kaleminden çıkan bu dünyalarda nelere tanık olmadık ki?

Uzun bir sürenin ardından içinde yaşadığımız düzene ayna tutan bir kısa-roman, "Balıkçı ve Oğlu"nu okur karşısına çıkarıyor. Son yıllarda tüm insanlığın ortak ayıbı hâline gelen mültecilik, göçmenlik meselesini odağına yerleştiriyor. Bununla yetinmeyen romancı, kadın meselesi ve ekolojik talan gibi aynı derecede hayati başka konuları da tartışmaya açıyor.

Türkiye, yaşarken her geçen gün daha da zorlandığımız bir ülke haline geliyor. Kastedilen sadece ekonomik ve sosyal zorluklar değil; Türkiyeli kadınlar, Türkiye’de yaşayan ya da yolu bir şekilde Türkiye’den geçen kadınlar artık adlı adınca “cinskırım” tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor.

Çok sayıda STK’nin ve kadın örgütünün son yıllarda yayımladığı raporlar bize gösteriyor ki kadınlar sistematik olarak öldürülüyor ve bunun kavramsal olarak “kadın cinayeti” olmaktan çıktığı, artık bir “cinskırım” teşebbüsü olduğu fark ediliyor.

Kadınların kadın kimliklerinden dolayı gördükleri şiddet ya da katledilmeleri bir yanda, faillerin tabiri caizse devlet korumasında olmaları, iyi hal indirimleri, mağduru suçlamaya varacak düzeyde “deliller”, kimi zaman dosyaların ortadan kayboluşu gibi pek çok neden Türkiye’deki kadın hareketini yaşananları “cinskırım” olarak tanımlamaya itiyor.

"Balıkçı ve Oğlu’"nu okurken Zilha ve Mesude arasında yaşananlar bana “kadın, kadının yurdudur” sözünü anımsattı. Bu iki kadın, annelik bağlamında karşılaşıyor. Samir bebeği almayı ve ona annelik yapmayı dünyadaki her şeyden çok isteyen Mesude, bebeğin biyolojik annesi Zilha’nın Taliban rejimine teslim edileceğini ve ölümle cezalandırılacağını öğrendiğinde tam anlamıyla yıkılıyor.

Usta edebiyatçı Livaneli, bu sahnede sessizliğin sesini ortaya çıkarıyor. Birbirlerinin dilini bilmedikleri için diyalog kuramayan ancak aynı duyguları ve kaygıları yüreklerinde hisseden iki kadın…

Livaneli, bu kısa-romanında kadın karakterler arasındaki duygudaşlığı tüm çıplaklığıyla ortaya seriyor. İlk bakışta sadece Zilha ve Mesude’nin sahnelerinde göze çarpsa da satır aralarına dikkatle bakıldığında onlarla sınırlı kalmadığı ayırt ediliyor. Raziye Hanım-Mesude (anne-kız) ve Filiz-Mesude (görümce-gelin) ilişkilerinde görülen hoşgörü, fedakârlık ve anlayış bir kez daha kadınlar arasındaki dayanışmanın önemini hatırlatıyor.

Sermayenin doğa üzerindeki tahribatı Balıkçı ve Oğlu’nda işlenen önemli konulardan bir diğeri. Sayfalar boyu pek de cevval bulmadığımız balıkçılar, bıçak kemiğe dayanınca hızlı bir eylemliliğe geçiyor. Okuru şaşırtan bu gelişme, hatırlara Havva Ana’nın görüntüsünü getiriyor.

Belki de Gezi Direnişi ile kendini daha çok duyurma fırsatı yakalayan çevreci direnişler bugün ülkenin dört yanında sürüyor. Direnişçilerin her birinin motivasyonu farklı olsa da günün sonunda ortaklaştıkları noktalardan biri “çocuklarına” yaşanacak bir dünya bırakmak. Deniziyle, ağacıyla, suyuyla, toprağıyla… Bugünden eksik olmayan, mümkünse daha zengin bir dünya.

Marmara Denizi’nin başına gelenler ve paylaşılan görüntüler, usta edebiyatçı Livaneli’nin bu kısa-romanda dahi doğa tahribatına yer verme nedenlerini ve bu nedenlerin haklılığını gösteriyor.

Yeni ve adil bir düzen şiarıyla sokakları dolduran Gezi Direnişi’nin yıldönümünde Livaneli’den bir armağan "Balıkçı ve Oğlu"; tıpkı o günler gibi hem kentli hem de taşralı bir anlatı sunuyor. İnsanın siyasi rejimlerle, ana-baba olmakla ve doğaya bakışıyla bir bütün olduğunu ve bu dünyada geçirdiğimiz sınırlı sürenin etkisini derinlemesine düşündüren bir yapıt. Sadık Livaneli okurlarının büyük bir keyifle okuyacağı bu kısa-roman, henüz Livaneli külliyatıyla tanışmayanlar için de iyi bir başlangıç.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Yorumlarınız editör onayından geçtikten sonra yayınlanacaktır. Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. Yapılan yorumlardan yazarları sorumludur. Kurumumuz hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.