‘ Nedir bu feminizm ? ‘ (Garip bir gülüş)
‘ Feministler erkek düşmanı ! ‘ (Garip bir gülüş daha )
‘ Neden hep kadın haklarını konuşuyorsunuz, erkekler de eziliyor ‘ (Başka garip bir gülüş daha)
Gibi birçok diyaloga maruz kalan kadın hakları savunucusu aktivistlerden biri olarak yazıyorum bu yazıyı.
Feminizm, kadınların haklarını tanıyarak bu hakların korunması amacıyla eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasına yönelik muhtelif ideolojiler, toplumsal hareketler ve kitle örgütlerinden oluşan harekettir. Kadın hareketi doğrudan kadınları ilgilendiren ve dolaylı olarak kültürümüzü ilgilendiren konularda bilinç uyandırır. Feminizmin temel objektifleri eğitim, iş, çocuk bakımı gibi konularda eşit haklara sahip olmaktan, yasal kürtaj hakkından, kadın sağlığı konusunda ilerlemelere, tacizin ve tecavüzün engellenmesinden lezbiyen haklarına kadar uzanır. Kadın ve erkek arasındaki toplumsal eşitsizliğin süregelmesi, feminizmin amacının kadının toplumdaki yerinin iyileştirilmesinin ve toplumda gerçek bir eşitlik durumunun sağlanmasına neden olmuştur. "Feminizm" kavramı altında sayısız hareket özetlenmiştir. Kadın hakları savunucuları feminist olarak adlandırılır.
Feminizm ne erkeklere düşmanlık ne de kadınların üstünlüğünü savunur. Kadınların sosyo-ekonomik bağlamda eşitliğini savunan bu akım, felsefe erk zihniyeti rahatsız ediyor. Çünkü evde iş paylaşımı, çocuklar üzerinde eşit görev dağılımı, kadınların iş hayatında boy göstermeleri, bir erkeğe bağlı olmadan (Ki günümüzde bu sorun, bir çok ülkede yasal düzenlemelerle bağımlı olma durumunu körüklüyor) hayatlarını idame ettirmeleri belki de en önemlisi kadının ‘birey’ olduğu gerçeğinden doğan rahatsızlıktan kaynaklanıyor. Bu tarz düşüncelere, kültürler, dinler büyük ölçüde etki etmektedir.
19. yüzyılın son yıllarına doğru birçok Avrupa ülkesinde; Amerika Birleşik Devletleri ve Avustralya'da feminizm ve özellikle de kadın hareketlerinin kitlesel ilk dalgası başladı. Bu hareketin başlamasına sebep olan şey sözcülerine göre erkeklerle politik olarak eşit haklara sahip olma isteği, aynı iş için erkeklerle eşit ücret alma isteği ve kadınların da üniversiteye gidip her işte çalışma isteğiydi. Bu akım 19. yüzyılın sonlarına kadar birçok ülkeyi etkiledi. Bundan önce üniversitelerde erkeklere oranla daha az kadın eğitim almaktaydı. Kadınlara seçme hakkı, ilk olarak 1893 yılında Yeni Zelanda'da tanındı, yaygınlaşması ise 20. yüzyılda oldu.[4] Almanya ve Sovyetler Birliği’nde 1917–1918 yıllarında sosyalist devrimin sonucunda, Amerika ve Büyük Britanya’da aynı zamanlarda savaş döneminde kadınların ülkeye olan katkılarından dolayı ödül olarak verildi. Fransa ve İtalya gibi başka ülkeler ise kadınlara seçme hakkını II. Dünya Savaşı'nın sonunda vermeye başladılar.
Feminizmin ilk dalgası 20. yüzyılın ilk 20 yılına kadar devam etti. Bu süreçte birçok ülkedeki kadınların taleplerinin büyük bir bölümü hali hazırda yerine getiriliyordu. Buna karşılık birçok sebep, kadınların toplumdaki geleneksel yerlerine geri dönmelerine sebep oldu. 1929’daki dünya ekonomik krizinde iş sıkıntısı ortaya çıktı ve işten ilk çıkarılan grup kadınlardı. Alman faşizmi döneminde de kadınların üniversitede eğitim almalarına ve iş hayatlarına sınırlandırılmalar getirildi. İkinci dünya savaşında erkekleri savaşta olması nedeniyle sayısızca kadın, endüstrilerde çalışmaya başladı. Ancak savaş sonrasında tekrar “kadın ve anne olmak” görevlerine geri döndüler.
Biyolojik olarak doğurganlık özelliklerine sahip olan kadınların bu özelliği tüm hayatlarını büyük ölçüde etkiliyor. İsteyen, kendini hazır hisseden kadınlar çocuk doğurabilir ancak istemeyen ve kendinde annelik iç güdüsü olmadığını düşünen kadınlar da çocuk doğurmayabilir. İki durum da gayet normaldir. Sadece anne olmak istediği için bir kadının eve kapanması, sosyal yaşamda uzak kalması, çalışamaması kabul edilebilir bir şey değildir. Bir dönem herkesin dilinde olan ‘Çocuk da yaparım, kariyer de ‘ sözü tamamen bununla ilintilidir. Savaşta olan erkeklerin ‘boş yerlerini dolduran’ kadınlar savaş sonrasında hemen evlerine dönmek zorunda olması ise kendilerine bu imkanı sağlayan devletler ve şirketlerin riyakarlığından başka bir şey değildir. Çünkü bu zihniyete göre çalışma alanlarının sahibi erkeklerdir kadınlar ise boşluk doldurmaya yarıyor !
Toplumsal Cinsiyet rollerini reddedip Cinsiyet Eşitliğini savunmamızın temel sebepleri ‘insan hakları ‘ çerçevesindedir.
Kadınların sürekli insan olduğunu, yaşayan bir canlı olduğunu ve hakları olduğunu savunmak zorunda kalması ise onur kırıcıdır. Devletler, şirketler, toplumlar bu durumu ne zaman kabul edecek merak ediyorum.
Kadınların var olan haklarını geri alacak olmaları erkeklerin hayatını zorlaştırmayacaktır (Rahat olun beyler ).
Haziran 1993 Viyana Dünya İnsan Hakları Konferansı, uluslararası kadın hareketi için oldukça önemli olmakla beraber kadınlar için insan hakları kavramı ilk olarak burada Birleşmiş Milletler sürecine dahil edilmiştir. Harekete geçen dünya kadınları, dünyanın her yerinden kadın kuruluşlarının ve bağımsız kadınların katıldığı büyük bir Kadının İnsan Hakları kampanyası düzenleyip sonucunda “kadınların ve kız çocuklarının insan haklarının, evrensel insan haklarıyla ayrılmaz, bölünmez ve vazgeçilmez” olduğu tezini ilan etmiştir. Bu haliyle de resmi konferanslarda gündem oluşturucu bir konuma erişmişlerdir.
- Aralık 1993'te özel olarak kadına karşı şiddeti ele alan ilk insan hakları belgesi olan "Kadınlara Yönelik Şiddete Karşı Bildirge" Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda kabul edildi.
- 1994'te BM İnsan Hakları Komisyonu’na kadına yönelik şiddet konusunda özel bir raportör atanması ve kadın haklarının BM İnsan Hakları mekanizmaları içine dahil edilmesi kararlaştırıldı.
- Süreç, 1994'te Kahire’de yapılan ICPD, 1995'te Pekin’de yapılan Dünya Kadın Konferansı ve 2000'de New York'ta yapılan Pekin+5 BM Özel Oturumuyla devam etti.
Uluslararası kadın hareketi, insan hakları kapsamında kadın hakları bakımından köklü değişikliklere sebep oldu. Aile içi şiddet, toplu tecavüzler, kadının beden bütünlüğüne yönelik hak ihlalleri, cinsel hakların, doğurganlık haklarının ihlali böylelikle BM kararlarında ve uluslararası sözleşmelerde insan hakları olarak yer almaya başladı. Ancak, tutucu kesimler bu ihlalleri, insan hakları kapsamı dışında bırakmak için yoğun çabalar harcadılar.
Bu kavram altında birçok hareket ve birbirine kısmen bağlı, ama aynı zamanda da farklı iz bırakan darbe geliştirmiştir. Bunların dikkat çeken önemli bir kısmını kadınların erkeklere karşı mağduriyeti, ihmal edilmiş kadınsı düşünceler, değerler ve projeler oluşturur. Feminist Bilimsel Eleştiri ve feminist araştırmalar, birçok alanda günümüze kadarki karartılmış kadın tarihini ve kadınların yeteneklerini günışığına çıkarmayı ve bu konularda çalışma yapmayı kendilerine amaç edinmişlerdir.
Feminist Bilimsel Teori; feminizmi, bilimsel teori alanlarına cinsiyet tanımları bakımından faydalı hale getirmeyi amaçlar. Feminist Filozofi, bazen de Bilimsel Sosyoloji ve Bilim Tarihi’nin alt alanı olarak kabul edilir. Feminist Bilim Teorisi, insani bilimlere cinsiyet tanımları konusunda temel araştırma malzemesi olarak hizmet eder. Feminist hamleler, genel bilimsel teorik sorunları konu aldığı için, temel bilimsel sorunların içinde tartışılır.