Yeniden bir çiçek, yeniden bir filiz, bir gonca olup yeryüzüne huzuru, mutluluğu getirmek adına dallarda meyveye duralım. Başka nebatatlardan güzellikler beklememizin yanında gelin biz gül olmaya, gül kokmaya, meyveye durup, meyve olmaya, meyve vermeye aday olalım…
İnsanlık tarihi huzuru, mutluluğu kaynaşmakta, kaynaşmayı pekiştirmekte bulmuş. Bugün içinde bulunduğumuz sıkıntıların, çıkmazların, bulduğumuz yaşam ve hayat şartların ağırlıklarının altında ezilmemizin yegâne sebebi kaynaşmaktan uzak durmamızdandır.
Eskide atalarımız günün onca ağır yükü altında akşam toplandıkları komşu evlerinde nakaratlar eşliğinde söyledikleri anlamlı yaşanmış ağıt yüklü sözlerin, halay çekme özlemlerin farklı oyun ve şakalaşmalarla, dertleşen, paylaşan gecenin geç saatlerine kadar tüm günün onca iş stresini silip süpürmeleri…
Fizikken yorulan, beynen rahatlayan sıkıntı ve ters giden işlerini arka planda bırakarak bir sonra ki güne umutla, huzurla uyanan, zihinde olan mazimiz… Bugün biz komşu haklarını unutan, TV’nin seyrine dalıp üstümüzde, altımızda, sağımızda, solumuzda, ön ve arkamızda hasta olan, aç uyuyan, perişan, biçare bir hayat süren, iç âlemlerine hitap edecek bir cümleye ve yüz yüze bir hasbıhale muhtaç kardeşlerimizin, komşularımızın insanlarımızın olduğundan bihaber olmuşuz. Günün tüm vaktini maişeti istikbale dayanmamız diğer tarafta ki insanlarla uzak yakın ilgilenmememiz mahşeri âlemde hesabı sorulmayacağını kim garanti edebilir.
Geçmişin her türlü tatlı ve sevincini paylaşan bir neslin torunları olarak, son yirmi, otuz yılda ne kadar insanlık adına gerilediğimizin gelin farkına varalım. Geçmişimizin insanlık dolu güzel tarihini okuyarak yaşamaya ve yaşatmaya gönül verelim, gönülden geçeni hayata tasdik edelim, yaşamaya ve yaşatmaya koyulalım…
Dün; bu ve daha güzel insan ve insanlık yaşatılırken, bugün ise kardeş kardeşe dargın, eş kocaya mesafeli, baba komşuya öfkeli, anne misafire kinli, kapı komşular birbirine yabancı, aynı apartmanın cenazesinden kaçışımız, aynı evin mevlidinden kopuşumuz ne zaman son bulur?
Bugünün en büyük hastalıklarından biri olan depresyon, psikolojik bozuklukların temel sebepleri yalnızlaşan insanın sıkıntı ve dertlerini paylaşamadığı, paylaşacağı, dert ortağı olacağı insan eksikliği değil mi?
İntihara yönelen, şiddete dalan, hırçınlaşan insanların çağımızda çoğalması elbette yalnızlaşmasından, dert ortağı olmayışından, çaresizliğe itilip dermanı, anlayanı, dinleyeni, yüreğinin yükünü hafifleten yüreklerin nadir veya hiç olmayışından değil mi? Neden mazimizde intiharlar, depresyonlar, psikoloji bozukluklar yoktu ya da nadiren vardı? İnsanlar paylaşan, yardımlaşan, bölüşenler olmalarından değil miydi? Bu zamanda ‘’Rabbena hep bana’’ felsefesi üzerinde kurduğumuz hayatın sağlığımıza ne derece zarar verdiğinin bilincine ne vakit varacağız…
Gençler olarak gelin yeni bir sayfa, yeni bir çığıra temel atalım, kaybolan kaybolma noktasına varan güzellikleri yeniden diriltelim, her sabah’a farklı uyanalım, farklı çiçekler olup farklı kokalım, farklı görünelim, farklı güzellikler verelim, farklı düşünelim, farklı hareket edelim, farklı davranalım, farkı fark ettirelim…
Her bir hareketimiz, düşüncemiz, duruşumuz, eylemimiz insan olsun, insanlığa yönelsin, Allah’u Tealanın insana ve insanlığa hizmet yapsınlar diye yarattığı tüm varlıkların üstesinden de bir aşkla, şevkle, hizmetle insanlığa çalışalım…
TV’nin seyrine dalarken bizler! Arkamızda yalnızlaşan, yalnızlaştırılan, bizi izlerken iç geçiren derdiyle kavrulan yaşamış ve yaşananları bir film şeridi gibi içinden geçiren köşeye büzülmüş yaşlı anne- babamızın, büyüklerimizin, âşık olup derdine ortak bulmayan gencimizin, sıkıntısını paylaşamayan insanımızın, kendisi ile ilgilenmek, oynanmak istenilen yalnız küçük deyip kendi haline terk edilen bebeğin, çocuğun ruh halinin idrakine varıp o yolda mücadele veren ve o dertle yanıp tutuşan, insanın derdini dert edinen insanlardan olma dileği ile…
Selam ve dua ile…