Sancar, konuşmasında Birinci Meclis’in çoğulcu yapısı ve 1921 Anayasası'nın özerkliği yasaya bağlamasını, Mustafa Kemal'in bunu neden tercih ettiği konuları üzerinde durdu.
Birinci Meclis’in kuruluşuna değinen Sancar, “İşgal altında bir ülke ve Milli Mücadelenin devam ettiği şartlar. Çok ağır şartlar, fakat bu şartlarda yerel kongreler organize ediliyor. Ülkenin bütün bölgelerinde kongre toplantıları düzenleniyor, bu kongrelerle milli mücadele organize ediliyor. Aslında Meclis’in kuruluşuna giden yol da bu kongrelerden geçiyor” şeklinde konuştu.
Birinci Meclis’i “yerel kongrelerin aktığı bir deniz” diye tanımlayan Sancar, “O şartlarda ülkenin toplumsal, dinsel, etnik düşünsel çeşitliliğini büyük ölçüde içeriyor. Bu açılardan çoğulcu bir Meclis, eksikler var elbette, kapsanmayanlar var. Bunlar da belki o günden bugüne bakmamız ve muhasebesini çıkarmamız gereken meselelerdir. Bu çoğulculuğu tarif etmek için pek çok örnek kullanılır ama ben sadece ilk etapta sayılmayanları değil daha az görünenleri zikredeyim. Mevlevi, Nakşıbendi şeyhleri var, Abdullah Çelebi var. Dersimli Seyid Diyar Ağa var, Lazistan mensupları var, Lazlar var, Kürtler var, Araplar var. Kısacası Türkiye’nin o zamanki etnik, dinsel ve toplumsal çeşitliliğinin önemli bir kısmı var ve bu insanlar kendi kimliklerini saklamadan tam aksine kendi kimliklerini açıklayarak giriyorlar. Kendi kimlikleriyle katılıyorlar. Bu birinci Meclis’in en önemli vasıflarından biridir. Bu vasıf diğer özelliklerle de tamamlanmıştır” ifadelerini kullandı.
Sancar, Birinci Meclis’in dayanağının “halk egemenliği” olduğunun altını çizerek, “Evet, egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu söyler ama daha sonra da göreceğimiz gibi, 21 Anayasası’nın başına halkçılık tanımı ekler. Milli irade, halk iradesi tartışmalarına girmeyeceğim elbette. Halk egemenliği ilkesi, halkçı yönetim demek. Ama aynı zamanda halkın her düzeyde yönetime katıldığı yönetim demektir. Nitekim Meclis’in kuruluşundan yaklaşık on ay sonra ilan edilen Anayasa bu anlayışa dayanıyor. Yerelde halkın kararlara katılımını garanti altına alan bir idare sistemi, bir demokrasi modeli kuruyor” dedi.
Sancar, şöyle devam etti: “Bu kadar farklı kesimlerden ve düşüncelerden insanın müzakereyi ve mutabakatı bir kenara bırakmadıkları bir Meclis’i konuşuyoruz. Onun 100’üncü yıl dönümünü bugün kutluyoruz. O yönetemin neden bu kadar önemli olduğunu da biraz sonra açıklayayım. Ayrıca bu Meclis yasalcı bir Meclis; mesela 23 Nisan 1920’de açılıyor. 19 Nisan 1921’e kadar tam 109 kanun çıkarıyor. Bunların hepsi ismiyle müsemma kanundur, torba değil. Her birinin ismi var. Her birinin kanun usulüne göre, müzakere ve karara bağlanma yöntemi var. O nedenle yasalcı bir Meclis’tir. Meclis yetkileri kendinde topluyor, biliyorsunuz bir Meclis hükümeti sistemi var. Bu şu demektir, her türlü yetki devletin 3 önemli erki: yasama, yürütme ve yargı Meclis’te toplanıyor. Fakat bu yetkililere tekelci biçimde sahip çıkma anlayışını taşıyamıyor.”
1921 Anayasası ile yetkililerinin büyük bir bölümünü yerel yönetimlere verildiğini hatırlatan Sancar, özerklik tartışmalarına değindi. Sancar, “Yerel yönetimlere verdiği yetkiler bizatihi kendi yetkilerini sınırlamak anlamına geliyor. Yani kadiri mutlak yani otoriter bir yönetimi tercih etmiyor. Tam tersine halk egemenliği mantığına uygun olarak yerellerde de halkın katılımını mümkün kılacak bir sistem oluşturuyor Meclis. O sistemin merkezinde muhtariyet var değerli arkadaşlar. Ve bunu 21 Anayasası apaçık yasaya bağlıyor. Yani özerklik ve bu özerkliğin nasıl yönetileceğini de ayrıca ayrıntılı olarak düzenliyor. Onda da şura yönetimini ortaya çıkarıyor. Aynen kendi işleyişini yerelde de kuruyor. Yani yerelde de vilayetler ve nahiyeler şuralarla seçilecektir. Şuralar seçimle gelecek, şuralarında reislerini seçmeleri kendilerinde olacak” diye belirtti.
Sancar, “Neden yapıyorlar bunu? Oysa o zamanın liderleri, mesela milli mücadelenin lideri Mustafa Kemal Paşa, çok fazla yetkiye ve imkana sahipken, bunları neden paylaşıyor. Çünkü rıza istiyorsanız, çünkü birlik istiyorsanız, çeşitliliği, müzakereyi kabul edeceksiniz. Gerçek rıza ancak herkesin kimliğine eşit saygı herkesin iradesine eşit değer vererek sağlanabilir ve o şartlarda o ağır dönemde işte böyle bir ortak rızaya böyle bir güvene ihtiyaç vardır. Bu güven tepeden dayatmayla sağlanamazdı. Bu rıza zorla baskıyla tehditle ortaya çıkarılamazdı” diye konuştu.
Bugün salgın sürecinde ülkenin kriz içinde olduğunu belirten Sancar, Meclis’in ilk kuruluşunda kriz sürecini nasıl yönettiğine dair şu örneği verdi: “Sakarya Savaşı zamanı çok şiddetli geçiyor ve yaklaşık 15 bin yaralı var. Sadece Ankara’ya taşınan 15 binden fazla yaralı. Ne yapacaklar? Meclis derhal kendi içinden bir kriz yönetimi oluşturuyor. Hepinizin ismini bildiği Sinop mebusu Rıza Nur’u görevlendiriyor. Rıza Nur da mebuslar içerisinde 3 kişiyi seçerek bir kriz koordinasyonu kuruyor. Ünitelere ayırıyorlar, yaralıları şehrin hastanelerine sevk ediyorlar. Hastane olmayan yerlerde de doktorları çağırıp, tedaviyi hastane dışındaki bölgelerde de sağlamaya çalışıyorlar. Daha hafif yaralıları ise ahalinin evine dağıtıyorlar misafir olarak. Bu ancak insanların özgür olduğu, kimliklerinin saygı gördüğü, rızanın serbestçe ortaya çıktığı şartlarda olur. Bunları ancak böyle bir Meclis yapabilirdi, yapmıştır da.”
Sancar, 1921 Anayasasının iki temel dayanağının “halk egemenliği” ve “Kürt sorunun çözümü” olduğunu söyledi. Kürt sorunu karşısında Mustafa Kemal’in tutumunu hatırlatan Sancar, “Mustafa Kemal Paşa, sorunun ağırlığının ve ciddiyetinin farkındaydı. Bunu halk egemenliği ilkesine dayalı, bütünlüklü bir demokrasi fikriyle çözmeye çalıştı. O dönemler bu konuda çokça çaba harcandı. Yerel demokrasi ve halk iradesi. Ülkenin bu sorunu çözmek için o gün bulduğu bu yolu, maalesef daha sonra terk ettik. Şimdi de ülkenin sorunlarının çözümü, bu iki ilkeyi birleştirmek, bu iki alanı bütünleştirmekten gerekiyor. Halk egemenliği, bu hem genel demokrasiyi hem de yerel demokrasiyi içerir. Şartların, sistemin yaratılması, herkesin kimliğinin eşit değer görmesi ve anayasal kabule, güvenceye bağlanması” dedi.
Sancar, şu anda Birinci Meclis’in özelliklerinden çok uzak bir Meclis ile karşı karşıya olunduğunu ifade etti. Sancar, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Eğer bir soru sorulursa, ‘bu yüzyıl içinde en güçlü ve en zayıf meclisler hangileridir’ diye benim cevabım açık; en güçlü Meclis’in yıldönümünü en zayıf Meclis’te kutluyoruz. Bunun bize bir şeyler söylüyor olması lazım. Diğeri yerel yönetimlerin en güçlü olduğu dönemle en zayıf olduğu dönem ne zaman olduğunu soralım. Benim cevabım açık; yerel yönetimlerin en güçlü olduğu dönemin 100'üncü yılında yerel yönetimleri neredeyse fiilen lağvetmeye yönelik bir anlayışla karşı karşıyayız. Bu kabul edilemez. Ne kayyım uygulaması kabul edilebilir ne de CHP’li belediyelerin krizi yönetmek için sarf ettikleri çabanın yok edilmesi kabul edilebilir. Eğer bu insanlığı tehdit eden ama herkesi eşit vurmayan salgınla gerçek olarak mücadele etmek istiyorsak, halkın rızasına ihtiyacımız var.”
Sancar, sözlerini şöyle noktaladı: “Önümüzde iki tane yüz yıl dönümü daha var. Biri 1921 ve diğeri 1923. Eğer 21’i bugün güçlü Meclis olmadan idrak etmiş olacaksak, Türkiye anayasacılığın bittiği bir döneme girecektir. Yani eğer biz önümüzdeki dönemde güçlü bir Meclis kurmayı başaramazsak, 1921’in 100 yılı daha da güçsüz olacak. 1923’e eğer böyle varırsak korkarım ki Cumhuriyetten geriye de fazla bir şey kalmayacaktır. O nedenle güçlü Meclis, demokratik anayasa, bu ülkede hep birlikte yaşayabileceğimizin teminatıdır.”