HDP Sözcüsü Ayhan Bilgen, parti genel merkezinde yaptığı basın toplantısında AK Parti ve MHP tarafından hazırlanan ‘ittifak teklifini’ eleştirdi: Bir partiyi baraj sınırından kurtarmak, öbür partinin de her türlü milletvekilliği rüşvet gibi sunularak başkanlığı kurtarma hesabının yansımasıdır.
Bilgen’in açıklamalarından satır başları şöyle:
SEÇİM, SEÇİM GÜNÜNDEN İBARET DEĞİLDİR
Seçim ittifakı diye tarif edilen, tamamen seçim sistemini altüst edecek ve seçime olan güveni daha da kötüleştirecek arayışlarla ilgili değerlendirmelerimizi aktarmak istiyorum. Seçimler siyasal sistemler içerisinde iktidarın değiştirilebilmesinin mekanizmasıdır. Toplumun hesap sorması, beğendiğini onaylaması, beğenmediğini de iktidardan indirebilmesidir. Muhalefeti de eğer onaylıyorsa iktidara taşıyabilmesinin aracıdır. Ama ne yazık ki Türkiye tarihinde de, dünyada da seçim yapılan her yerde seçimler bu rolü oynamamaktadır. 100 yıl önce Balkan savaşları devam ederken seçim tarihine “sopalı seçim” diye geçen deneyimler de var. Çok partili hayata yeni geçildiği dönemde “açık oy gizli sayım” diye tarif edilen örnekler de var. Bugün dünyada sözde seçim olan kimi ülkeler var ki iktidarlar 50 yıl boyunca değişmiyor, sonra da çocuklarına devrediliyor, kendileri hep yüzde 90’ların üzerinde oy alıyorlar, çocukları da aynı oy oranıyla iktidarda kalıyor. Seçim sadece o günden ibaret değildir, siyasal süreçlere katılımla ilgili bir bütünün parçasıdır. Bu bütünü tasfiye ederek sadece seçim gününü dizayn etmeye kalktığınızda toplum mühendisliği yaparsınız. Halkın iradesinin özgürce sandığa yansımasına imkan tanımamış olursunuz.
SANDIK BAŞINDA SİLAHLI GÜÇ MEŞRUİYETİ KALDIRIR
Sandıkların başında neden silahlı güçler bulunmamalıdır ilkesi Türkiye’nin de taraf olduğu sözleşmelerin ve uluslararası platformların hassasiyeti dolayısıyladır. Seçmen üzerinde baskı kimse kurmasın diye sandığın yanı başında silahlı gücün bulunması seçimin meşruiyetini ortadan kaldırır. Ya da mühürsüz oy pusulasıyla ilgili yasal düzenleme neden vardır, çünkü Türkiye tarihinde yakın tarihte de sayım bittikten sonra çuvalların içerisinde mühürsüz oy pusulaları çıkmıştır. Bütün bu pratikleri görmeyip fiilen olanı yasal kılıfa uydurmak bunu da seçimin meşru olması gibi bir gerekçeyle savunmanın hiçbir inandırıcılığı yoktur. Bir partiyi baraj sınırından kurtarmak, öbür partinin de her türlü milletvekilliği rüşvet gibi sunularak başkanlığı kurtarma hesabının yansımasıdır. Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu barajla, seçim sistemiyle ilgili anti demokratik bütün düzenlemelerin yapısal olarak iyileştirilmesidir. Bunu yapmak yerine kişiye özel arayışlara girmek çaresizliğin ve demokrasiye olan inançsızlığın yansımalarıdır. Seçim ister 3 vakte kadar yapılsın ister anketle iç açıcı olmadığı için 2019’da bile seçimi ertelemenin yolları aransın; sonuç itibariyle Türkiye kötü yönetiliyor. Toplumda bir rahatsızlık var. Bu rahatsızlık toplum kutuplaştırılarak, sistem iki partili mekanizmaya çevrilerek, toplum da iki kutuplu hale getirilerek bu rahatsızlığı bastırmak mümkün değildir. Bu tabloda iktidar ve onun yanında duranları milli hassasiyete sahip diye tanımlamak muhalif olanları da ihanetle suçlamak sadece toplumsal gerilimi artırır. Türkiye’yi daha da yönetilemez ülke konumuna getirir.
PEŞKEŞE SESSİZ KALINAMAZ…
Eğer ille millilik arayacaklarsa başka bir gündem var Türkiye’de. Şeker pancarı üretme ve işleme kapasitesini aşağıya indiren bir düzenleme yapılıyor. Türkiye yakın tarihte, 2015’e kadar ihracatçı iken ithalatçı konuma geldi. Nişasta bazlı oranlar Avrupa’da yüzde 1’lerdeyken, Türkiye’de 10’larda. Şeker pancarı üretilen bölgelerde hayat sadece şeker pancarı üreticileri ve fabrikalarında çalışan işçilerle devam ediliyorken bu şehirlerde alternatif ürün olarak mısır dayatıldı. Türkiye bu konuda kime hangi taahhütte bulunuyor? İşçilerin, köylünün iradesi değilse hangi irade fabrikaları özelleştirmeyi dayatıyor, hangi irade fabrikaları kapatmayı dayatıyor milliliği burada aramak gerekiyor. Türkiye’de 10 yılların birikimini peşkeş çekmeye sessiz kalmayı kimse millilikle izah edemez.
ZİNA BAŞKA İSTİSMAR BAŞKA
Bir başka gündem çocuk istismarı konusudur. Çocuk istismarı konusunu zina tartışmasıyla örtmeye çalışmak ya işin ciddiyetinin farkında olmamak ya da işi sulandırmaya çalışmaktır. Kavramları birbirine karıştırıp hangi hukuk düzeninde hangi hakkı savunacağımızı bilemez hale getirilmek isteniyoruz. Zina başka bir kültürel, toplumsal gerçekliğin kavramsallığıdır. Eğer siz TC mevcut medeni kanuna göre yönetilecek diyorsanız onun kavramları üzerinden çözüm ararsınız. Yok eğer derdinizi başka kavramlarla ifade etmek istiyorsanız mevcut toplumsal tehdidi örtmek için dini kavramlarla hedef saptırmaktan vazgeçmeniz gerekiyor. Çocuk istismarı konusu zina tartışmasıyla örtülemeyecek kadar büyük bir felaketin işaretidir, tehlikedir, çürümedir. Artık binli rakamlarda artış hızını tartışmaya başlamışsak bunun ceza sistemi ile çözüleceğini sanmak kendini kaldırmaktır. Dünyada çocuk istismarına cezaların en ağır olduğu ülkelerde istismar rakamlarının yüksek olduğunu görürsünüz. Sorunu cezayı ağırlaştırarak değil eğitimle, medya planlamasıyla, toplumsal algıyı iyileştirmeyle çözmeye çalışan ülkelerde oranlar çok daha düşüktür. Ceza yöntemi ile sorunun çözümü arasındaki ilişki arasındaki çelişki bu kadar açıktır. Türkiye yanlışı bir kez daha kendisi denemenin, öfkeyi kabartarak, hedef saptırarak sorunu çözecekmiş gibi yapmaktadır.
HALKEVLERİNE UYGULAMA KABUL EDİLEMEZ
Paylaşacağım son başlık muhalif kesimlere ve partimize yönelik baskı ve tutuklamalardır. Halkevlerine yönelik uygulama kabul edilebilir değil. Ortada hiçbir ciddi iddia olmaksızın sadece sokakta muhalefet yapan bir muhalefet dinamiğinin baskı altına alınmasıdır. Partimize yönelik tutuklamalar; geçmiş dönemde milletvekilliği yapan arkadaşlarımız Taşkın Aktaş, Ayla Akat Ata… Ardahan’da faillerin yargılanması gereken bir dosyada tam tersi bir şey yapılmış ve konuyu örtecek bir yaklaşım sergilenmiştir. Hatırlayacaksınız 2015’te bir minibüs taranmış bir sivil hayatını kaybetmişti. Aylar boyunca savcılık olay yerinde inceleme yapmamıştı. Olayın failini bulup yargılamak yerine bu konuyla ilgili duyarlılık gösteren vekillerimiz, avukatlar, parti yöneticilerimiz cezalandırıldı. Kocaeli’nde tüm partililerimiz neredeyse tutuklandı. İstanbul’da, İzmir’de tutuklamalar var. Bu baskılarla, tutuklamalarla bir talebi, bir toplumsal gerçekliği asla engellemeyecekler. Türkiye demokrasisine her yeni keyfi tutuklama bir kara leke olarak geçecek. Biz de her şeye rağmen sözümüzü söylemeye, Türkiye’yi bu yanlıştan vazgeçmeye çağırmaya devam edeceğiz.
TÜRKİYE ORDUSU ÖSO’YA KEFİL Mİ?
(‘Suriye hükümetine bağlı grupların Afrin’e geldiği yönünde haberler var, bu konudaki görüşünüz nedir?’ sorusu üzerine) Bu konu Türkiye’nin tüm siyasetini etkileyen, seçim planlaması için araçsallaşmaya neden olan, ekonomiyi etkileyen, Türkiye’nin dış politikadaki konumunu daha da kötüleştiren birçok sorunu barındırıyor. Bir ülkenin Suriye ile ilgili politikası bir bütün olarak yanlışsa onun içinden küçük parçaların doğru, sağlıklı olması mümkün değil. Türkiye’nin Suriye ile ilgili politikası 6 yıldır yanlış. Mültecilerle ilgili kırmızı çizgi 20 kat aşıldı ama sorun devam ediyor, Şam’la ilgili iddiaların hiçbiri doğru çıkmadı, Kürtlerle ilgili ısrar tüm halklara zarar veriyor, Türkiye’ye de zarar veriyor. Bölgede kaosu, çatışmayı derinleştiren bir politikada ısrar var. Bu işin politik tarafı bir de insan haklarıyla ilgili boyutu var. Sosyal medyada ÖSO mensubu oldukları pazu bantlarından, alınlarındaki sembollerden kolayca anlaşılabilecek ve muhtemelen kendilerinin paylaştığı, sosyal medyada bir psikolojik harp unsuru olarak kullandıkları sivillerin infaz görüntüleri var. Bunun hesabını kim verecek? Türkiye ordusu, TSK bunun kefili midir? Türkiye iktidarı bu uygulamaların hesabını vermek konusunda kararlı mıdır? Bu öyle ya da böyle bugün değilse yarın Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkilerin kalıcı tahribatına neden olacaktır. Kürtlerle Türkler arasındaki kopuşu derinleştirecektir. Türkiye’nin uluslararası arenada savaş suçu işlenmesine ortaklıkla anılmasına neden olacaktır. Bütün bu maliyet göze alınabilir bir durum mudur? Türkiye toplumu bunu onaylamakta mıdır? Bütün anketler AKP’nin Suriye politikasının AKP tabanında bile rahatsızlık duyduğunu ortaya koyuyor. Bu politikayı onaylayanların oranı yüzde 40’larda. Bu da gösteriyor ki büyük bir yanlışla, tehlikeli bir durumla karşı karşıyayız. AKP’nin bu yanlıştan vazgeçmesi gerekiyor.