Az önce öldüm ben…
Tam salonda, kanepede uyurken öldüm. Güpegündüz herkes işinde gücündeyken öldüm. Ben neden o kanepede yatıyordum? Üstelik hiç adetim olmadığı halde, gün içinde lümpen bir vaziyette.
Öldüm de mi yattım, yoksa yattıktan sonra mı öldüm? Bunu bilmiyorum, zannederim hiçbir zaman da bilmeyeceğim.
Az sonra eşim geldi, anahtar sesini duydum. Herkesi gelişinden tanırım ben. Eşim sessizce baktı bana uyuduğumu düşündü, yavaşça mutfağa geçti. Yemek yapmış mıydım? Hatırlamıyorum. Seslenmek istiyorum, sesim çıkmıyor. Ölüyüm çünkü ben. Eşim biraz oyalandı mutfakta. O sırada çocuklarım geldi. İki oğlum var benim, bir de kızım. Onlar da bana bir göz atıp, odalarına geçtiler. Yemek saatini bekliyorlar. Yemek hazır olunca sesleneceğim onlara. Kalkamıyorum. Kimse beni duymuyor.
Eşim bir terslik olduğunu hissetmiş gibi kapıdan geçerken seslendi, durakladı İki kez daha seslendi. Geldi kapıdan bana bakıyor, tedirgin. Bir kez daha ama bu kez daha sessiz adımı söyledi. Yanıma geldi, dokundu huzursuzca, hatta biraz da korkarak, bunu titremesinden anlıyorum. Kolum düştü biraz sarsınca. Yüzümü ellerinin arasına aldı. Bağırmaya başladı. Çocuklar geldiler. Hepsi bağırıyordu. Allah’ım duymak istemiyorum bu sesleri. Şaşkın, sarsak ne yapacaklarını bilmez bir vaziyette yere çöktüler. Ağlıyor, bağırıyorlardı. Küçük oğlum diğerlerinden daha sakindi. O zaten hep öyle sessiz ve içinde yaşar duygularını. Telefon ediyor birilerini arıyor. On beş dakikada evin içi doldu. Herkes burada; annem, kardeşlerim, eşimin ailesi, komşularım, arkadaşlarım. Benim bu kadar sevenim var mıydı ki? E neden bunları fark etmiyordum bir gün öncesine kadar. Neden hep yalnız hissediyordum?
Şimdi herkes benim için üzülüyor, ağlıyor. Kardeşim yanıma geldi, elleriyle yüzüme dokunarak “beni affet, çok pişmanım,” diyerek dualar okumaya başladı. Doktor getirmişler, doktor hızla aletlerini çıkardı kalbimi, nabzımı dinledi. Umutla bakan bir sürü göze dönerek; “maalesef” sözü çıktı dudaklarının arasından. Doktorluk mesleğini hep garip bulurum. İnsanların en duygusal anlarına muhatap olurlar sürekli. Sanırım bir süre sonra her şey gibi duygusallıkta sıradanlaşabiliyor. Oradan hemen biri bir örtü getirip üzerimi örttü. Ama ben hala görebiliyorum onları.
Şurada oturan arkadaşım, duyar duymaz koşmuş gelmiş. Ah canım arkadaşım oysa defalarca kırmışlığı vardır beni. Anneme bakıyorum, sessiz sedasız yaşlar dökülüyor gözünden. Sonrasında yanına gelip hatırını soran birine, ağrılarından söz ediyor.
Gece ilerliyor, kızım perişan yerde oturuyor. Yemesi için bir şeyler getiriyorlar, reddediyor. Üşüyor gibi kalın bir hırkaya sarınmış, biraz dikkat edince benim hırkam olduğunu fark ediyorum. Oğullarım gelen gidenle ilgilenmeye çalışıyorlar. Neler olduğunu anlamadıklarından söz ediyorlar. Şimdiden anı oldum, beni anlatırken geçmiş zaman kipiyle konuşuyorlar. Gece uzun hepimiz için. Acının ateşi hepsini yakıyor ve ara ara uyku gözlerine gelip oturuyor, sıçrayarak uyanıyorlar.
Sonunda sabah oluyor. Evde bir telaş, benim mutfağımda yabancılar kahvaltı hazırlıyor. Çayın kokusu yayılıyor; yorgun, uykusuz ve üzgün insanların nefislerine. Eşimi ve çocukları zorluyorlar, bir iki lokma yemeleri için bugünün yorucu olacağını, güçlü olmaları gerektiğini fısıldıyorlar. Sonuçta hayat devam ediyor. Kahvaltı ediliyor.
Cenazenin tüm kuralları uygulanıyor ve ben nihayet mezarın içindeyim. Son kez mezara inen kardeşlerim, çocuklarımın hıçkırıklarını duyuyorum. Üzerime toprak atıyor en sevdiklerim. “Atmayın” diye haykırmak istiyorum. Sesim çıkmıyor. En sevdiklerim ölümün gerçekliğinden söz ederek, teselli ediyor çocuklarımı. Sabır diliyorlar ve bu acının da geçeceğini anlatıyorlar.
Acı geçmeli elbette,
Düşünüyorum o mezarın içinde; ben kimde ne kadarım?
Ve….
Hayatımı yeniden yaşayabilseydim eğer; yorgun olduğumda o yatağın içine girer dinlenirdim. Ben olmadığımda her şey kötüye gidecek diye korkmazdım. Akışa bırakır, anlık küçük mutlulukların tadını çıkarırdım. Yarın endişesi, gelecek kaygısı yaşamazdım. Kullanmaya kıyamadığım ne varsa sonuna kadar kullanır, tadını çıkarırdım.
İlle de her gece aynı saatte yatmaz, kuralları ihlal ederdim. Üzerim kirlenecek diye çimenlere, toprağa oturmakta tereddüt etmezdim.
Yaşadığım hiçbir duyguyu içime hapsetmez; gülmekse güler, ağlamaksa ağlardım.
Çocuklarımın küçüklüğünde onlara daha çok zaman ayırır, temizlik ve beslenmeleriyle ilgilendiğim kadar, onlarla çocukluğumu yaşardım.
Yaşamın her dakikasını her an bitecek gibi dolu dolu yaşar, küçük şeyleri dert etmezdim.
Tek bir hayatımız var ve bir gün sona eriyor. Mutlu olmak için nedenler bulur, o hayatı hem kendime hem sevdiklerime cennet ederdim.
Ben ne kadarını başardım bilmiyorum. Yapamadıklarımı üzülerek, pişmanlıkla izliyorum…