Bu hafta farklı bir bakış açısı ile yazımı kaleme almaya çalıştım. Hayata bakışımızı her türlü açıdan değerlendirmek çok daha yerinde olabilir. Yaşamı tekdüze halde yaşamak bedenimizi tembelleştirir. Benzer sistem düşünce sistemimizde de gerçekleşiyor. Bu yüzden düşüncelerimizi dinamik tutmak, onlara yeni ivmeler kazandırmak bizim elimizde. Bakalım bugün neler okuyacağız bir göz atalım:
Arkeolojik kazılara hemen hemen herkes aşinadır. Bazı çalışmalarda bulunan höyükler, binlerce yıl öncesinde yaşanan doğa olayları ve yaşam biçimleri hakkında, az çok tahmin edilebilir veriler sunabilir. Höyük nedir diyecek olursak üst üste gelen çok evreli yerleşim yeri birikimleridir.
Bu höyüklerde, katmanlar arası renk değişimleri, aslında tarihsel birer çizelgedir. Örneğin 8 cm’lik bir kesitte, 250 yıllık bir bulgu elde edilebilir. 250 yıllık bir zaman aralığında kurak geçen yıllar ya da bolluk, bereket dolu seneler tespit edilebilir. Orada yaşayan insan toplulukları, hayvanlar, bitki ve toprak hakkında yaşam tarzları ile ilgili çok ciddi bilgiler bulunabilir.
Peki şöyle düşünsek: Bulunan bir höyükte, 250 yıla sizin soyunuzdan kaç torununuz sığar?
Sizin, ailenizin ve soyunuzun devamında ve bunlarla beraber hayvan, bitki, toprak ile bir bütün olarak tüm yaşananlar ve bu zaman tünelinde neler olduğu 8cm’lik bir kesite sığmış. Ne kadar küçük bir ayrıntı değil mi? Ve bir insanın tek başına kapladığı alanı düşünelim: Tüm ömrü boyunca yaşanmışlıkları ile bu küçük ayrıntıda ne kadar küçücük bir yer kapladığını hayal edelim.
Şimdi gelelim konuyu niye buralara kadar getirdiğime:
Hayatı ne çok ciddiye alın, ne de çok boş verin. Biraz önemseyin, çokça gülün. Bu dünya denen gezegende tüm fiziken yaşanmışlıklarımızla geride sadece birkaç milimlik bir yer bırakacağımızı unutmayalım. Fakat zihinsel, düşünsel ve kalben yaşanmışlıklarımızla, bir evreni içine alacak genişlikte kapsama alanına sahip olduğumuzu da bilelim. Tabi ki bu düşünsel, zihinsel ve kalben sahip olunacak kapsama alan genişliği için biraz çaba gerekiyor.
Şöyle ki, bedenimizde mucizevi bir bez var. İsmi de Timüs. Timüs bezinin salgısına çok ihtiyaç duyarız. Çünkü bu bez bir komuta eğitim merkezi konumunda. Tam bir organizatör. Hücrelerimizdeki mikroplarla, virüslerle savaşı başlatan, taarruz emirlerini veren, stratejiyi başarı ile belirleyen ve nihayet barış komutu veren bir yetkiye sahip. Salgısı bu kadar önemli olan Timüs bezinin varlığı tek bir hareketimize bağlı: Gülümsememize.
Gülümsediğimizde mutluluk hormonları harekete geçiyor, beynimizdeki Hipofiz bezinden endorfin salgıları Timüs bezini tetikliyor. Vücuda huzur, denge, sakinlik getiriyor. Hayatımızın önemli bir bölümünü neşe, huzur ve denge içinde geçirebilmek için çokça gülümsemeye, gülmeye ihtiyacımız var. Böylesine geçen bir ömrün pembe olduğunu hayal edelim. Ve bu yaşam tarzını çocuklarımıza, torunlarımıza miras bırakalım. Onlara da gülümsemeyi öğretelim. Bırakalım da binlerce yıl sonra bulunduğumuz yer bir höyük haline dönüştüğünde, bunu keşfeden kişilerin 8 cm’lik kesitte bulacakları birkaç milimlik pembe rengin ne olduğunu düşünedursunlar, biz yarınlarımızı bugünden tahmin edelim. Yarınları bugünden yaşayabilelim. Yarınlarımızın hep bugün olmasını dileyelim.