HDP’nin geçen 11 Şubat’ta yaptığı 3’üncü Olağan Kongrsi’nde oluşan yeni Parti Meclisi (PM), Merkez Yürütme Kurulu (MYK) ve parti komisyonlarını belirlemek üzere toplandı. Toplantının basına açık kısmında HDP Eş Genel Başkanları Sezai Temelli ve Pervin Buldan birer konuşma yaptı.
İlk olarak söz alan Sezai Temelli, şunları söyledi:
DEMİRTAŞ VAKASI HUKUK FAKÜLTELERİNDE ANLATILACAK
Kongreden bugüne 1 haftalık sürede olanlar bile nasıl bir girdabın içinde olduğumuzu gösteriyor. Selahattin Demirtaş vakası. İleride, hukuk fakültelerinde bu başlıkla anlatılacak. Böyle bir vaka analizi hukuk fakültelerinde okutulacak. Bir daha yargı böyle bir hukuksuzluk yapmasın diye okutulacak. Davayı birlikte izledik. O sırada yan salonda FETÖ davası vardı. Onların sesleri bizim salona ulaşıyordu. Selahattin Demirtaş’ı yargılayanlar, yan salondaki FETÖ’cülerin hazırladıkları iddianameyi okuyorlardı. FETÖ’cülerin hazırladığı iddianameyle FETÖ+AKP ittifakına karşı çıkmış bir anlayış, Selahattin Demirtaş ve aslında HDP yargılanmaya çalışıldı. Yargıçlar hukuk diplomalarını inkar ediyorlardı. Aldıkları talimatları yerine getiriyorlardı.
ALTANLAR VE ILICAK’A VERİLEN CEZA
Görüşlerini beğenirsiniz beğenmezsiniz, sadece görüşlerini ifade ettikleri için AYM kararı olmasına rağmen Altan kardeşler ve Nazlı Ilıcak için ağırlaştırılmış müebbet cezası verildi. Bu, dünyanın neresinde görülmüştür? Bakıyorsunuz, Türkiye yargı bağımsızlığı konusunda ilk 100’e zor girmiş, 99. sırada. Düşünebiliyor musunuz?
DENİZ YÜCEL PAZARLIK SONUCU SERBEST BIRAKILDI
Deniz Yücel serbest bırakıldı, çok sevindik. Ama serbest bırakılma yöntemi, herkesin bakması gereken bir şey. Bir siyasi müdahale sonucunda serbest bırakıldı. Merkel’in dolaylı talimatları ve pazarlıkların sonucunda serbest bırakıldı. Merkel’e sormak gerekiyor; Deniz Yücel bırakıldıktan sonra Türkiye’de basın özgürdür diyebilir miyiz? Sadece Deniz Yücel’in bırakılması üzerinden siz Türkiye ile ilişkilerin düzelmesini kurguluyorsanız bilin ki bu sadece Türkiye’ye değil Avrupa halklarına yönelik de bir kötülüktür.
2001’DEKİNDEN DAHA BÜYÜK KİRİZ YAŞANACAK
Bugün Türkiye’de Erdoğan iktidarı, milli ittifak çerçevesinde seçim ittifakı üzerinden kısa zamanda bir seçim “başarısına” ihtiyaç duyuyor. Bir yandan içeride muhalefeti susturmak, HDP’yi ötekileştirip düşman hukuku uygulamak diğer yandan da uluslararası alanda kısa erimli pazarlıklarla itibarsızlığı gayet net bir şekilde içine sindirmiş bir durumda her türlü manevrayı hak görüyor. Bu yolculuğunu iktisadi mana da şiddete dönüştürerek aslında ülke kaynaklarını çarçur ediyor. Maliye Bakanı İşsizlik Fonundan 3,5 milyar lira kaynakla istihdam kaynağı yaratacaklarını açıkladı. Emekçilerin fonundan bir teşvik politikasını devreye koyuyorlar.
Diğer taraftan devasa bir bütçe açığı güderek büyüyor. Bu, aslında dejenere bir Keynesçilik. Kamu harcamalarını yükselterek, kaynağını emekçilerden bularak, maliyetini de topluma yükleyerek bir seçim başarısı peşinde koşan bir iktidar taktiği. Bu öyle bir maliyet yaratacaktır ki Türkiye’ye 2001 krizinden daha büyük bir ekonomik kriz yaşatacaktır.