Tanrıkulu: 80'li yıllardan daha ağır bir süreçten geçiyoruz
CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, Kürt illerinde günümüzde yaşanan sürecin etkisinin 80’li 90’lı yıllardan daha ağır olacağı uyarısında bulundu.
Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul milletvekili Sezgin Tanrıkulu kamuoyunun, kendisini Diyarbakır Baro Başkanı olduğu günlerden yakından tanıdığı bir isim. CHP Parti Meclisi üyesi de olan Tanrıkulu’nu, partisinin yönetimiyle ayrı düştüğü konularda ne zaman arasak ‘tartışmayı medya üzerinden yürütmeyi doğru bulmadığı’ cümlesiyle söze başlar. CHP’de iç çekişmelerin sürdüğü bu gündemde Tanrıkulu’na süreci yorumlatmak zor oldu bu yüzden. Kendisiyle açlık grevini sürdüren ve sağlığı tehlike altında olan akademisyen Nuriye Gülmen ile öğretmen Semih Özakça’yı ziyaretinden hemen önce Gazete Duvar’ın bürosunda buluştuk.
İşte sorular ve Sezgin Tanrıkulu’nun yanıtları…
‘AKP’NİN EBEDİ SABIKASI’
OHAL KHK’sı ile kamu görevlerinden ihraç edilen akademisyen Nuriye Gülmen ile öğretmen Semih Özakça’nın açlık grevinde tehlikeli sınır aşıldı. Avukatlık yaptığınız dönemde cezaevlerindeki açlık grevi ve ölüm orucu eylemlerine tanıklık ettiniz. Burada durum farklı. Cezaevinde değiller. Siyasi iktidarın görmezden geldiği bu eylemin sonu ne olacak?
Sorgusuz sualsiz, yargı kararı olmadan işten atma, el koyma, hapse atma, insanlık dışı uygulamalar… Bütün bu uygulamalar bizim toplumumun vicdanında ve hafızasında Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ebedi sabıkası olarak kalacaktır. Cezaevlerinde temmuz ayından bu yana 35 kişi intihar etti. Kaç çocuk anne babaları nedeniyle cezaevinde, kaç hasta tutuklu var sayılarını bile bilmiyoruz. Diyarbakır Barosu Genel Sekreteri olduğum 1986-87 yıllarında, Diyarbakır Cezaevi’nde ölüm orucu yapılan koğuşlara girmiştik. O yıllardan bugüne kadar çok ağır bedelleri oldu, halen bunun acısını ve rahatsızlığını yaşayan yüzlerce insan var. İlke olarak insanın kendi bedenini ortaya koyduğu bir eylem biçimini doğru bulmam ama Türkiye öyle bir ortamda ki insanların kendi bedeninden başka kamuoyu oluşturacak bir araçları yok maalesef. Benimsemesek de sivil itaatsizlik eylemi yapıyorlar. Bir an önce bu arkadaşlarımızın kişisel taleplerinin hem de binlerce benzer mağdurun mağduriyetinin gidereceği bir ortamın yaratılması lazım.
“ANAYASA MAHKEMESİ HİÇ MASUM DEĞİL”
İnsanların büyük bir emek ve birikimle kendileri için yaşam biçimi haline gelmiş işlerine bir gece yarısı el koyuyorlar. İnsanların hayatlarında yarattıkları tahribatı bu hükümetin anlaması mümkün değil çünkü her yere el koyuyor ve kendi yandaşlarını hiçbir ölçü tanımadan buralara yerleştiriyorlar.
Kayyum Yasasını Meclis’e getirdikleri gün üç siyasi parti birlikte karşı çıktık ve geri çektiler. Parlamentonun iradesine saygı duymayarak bunu KHK ile yaptılar. Anayasa çok açık, ancak OHAL’in gerekçeleriyle sınırlı KHK’lar çıkartabilirsiniz diyor. Ancak Anayasa Mahkemesi CHP’nin yaptığı başvuruyu reddederek adeta anayasasız bir düzenin Türkiye’de oluşmasının suç ortağı oldu. Anayasa var ama yok çünkü parlamento da yok şu anda. Kış lastiğinden evlilik programlarına kadar değiştirmedikleri mevzuat yok KHK’larla. 25 yıl önce aynı Anayasa Mahkemesi, aynı Anayasa maddelerine bakarak hükümetin çıkardığı KHK’yı iptal etmiş ve demişti ki, sen KHK’nın etkisini OHAL’in ötesine taşıyamazsın. Ortalama demokrasilerde bir anayasa mahkemesi kendi içtihadına sahip çıkar, o içtihadı özgürlükler ve yurttaş lehine geliştirir. Bizimkiler, bu konuya giremem, inceleyemem dedi. Bu anayasasız düzenin siyasi sorumlusu AKP ise hukuki suç ortağı da Anayasa Mahkemesi’dir. Hiç masum değiller.
‘AKP’NİN BARIŞÇIL BİR SİYASET DİLİ KULLANACAĞINI SANMIYORUM’
Anayasa Mahkemesi, dokunulmazlıkların kaldırılması düzenlemesinin iptali için HDP’lilerin ve aralarında sizin de bulunduğunuz bazı CHP milletvekillerinin yaptığı başvuruyu da reddetmişti. Mahkeme, kendi içtihadına rağmen tutuklu HDP milletvekilleri için aylardır karar vermiyor. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Anayasa’ya aykırı ama evet diyeceğiz” dediği dokunulmazlık konusundaki tutumu nedeniyle hâlâ eleştiriliyor. Böyle bir ortamda umutlanmak, yeni bir ‘barış süreci’ni beklemek mümkün mü?
Yıllarca ceza avukatlığı yaptım. Kan davasının bile bir hukuku vardır. Adamın eşine bir şey yaparsa eğer bütün toplum onu lanetler. AKP’nin hiçbir biçimde ölçüsü yok. Dokunulmazlık kaldırıldı, kaldırılmaması lazımdı. Mesele o da değil ki mesele tutuklanmaları. Anayasa Mahkemesi’nin 2013 Mustafa Balbay kararı var. O zaman 2 günde inceledi başvuruyu Mahkeme, bugün 6 aydır incelemiyor. Dolayısıyla asıl mesele burada dokunulmazlığın kaldırılması değil tutuklama meselesi.
Burada çok açıkça başkanlığa gidecek yolda kendisine bir alan temizliği yaptı. Bir siyasi partiyi, HDP’yi OHAL’i de kullanarak tamamen etkisiz hale getirmeye çalıştı ve referanduma bu süreçte gitmeyi kendisi için bir kazanç gördü. Siyaset üç ayak üzerinden yapılır: Siyasi aktörleriniz olacak, örgütünüz olacak, araçlarınız olacak. Ulusal ve yerel aktörleriniz hapiste. Örgütleriniz tamamen dağıtılmış durumda. Belediyelerine kayyumlar atanmış, 3 binden fazla tutuklusu var. Araçlarından biri olan medyasına da el konulmuş. Bu ortamı besleyen şiddet, çatışma, terör eylemleri de var. Kısa vadede bu ayak üzerine oturtulmuş AKP siyasetinin barışçıl bir siyaset dili kullanacağını sanmıyorum.
Türkiye’nin Kürt meselesi kabul edelim veya etmeyelim Türkiye’nin kendi meselesi olmaktan çıktı. Bu meseleyi, Suriye-Rojava, Kürdistan Bölgesel Yönetimi-Irak’tan bağımsız düşünebilir miyiz? Oralarla ilişkili hale geldi. Bunu da bu Hükümet yaptı. AKP, Türkiye’nin kendine özgü meselesine, iç politikada kazanç gören yaklaşımlarıyla uluslararası bir boyut kazandırdı.
Suriye’deki gelişmelerle rüzgâr tersine döner mi?
Rusya, ABD, AB ülkeleriyle konuştuğumuz, belki Çin’le konuşacağımız mesele hep burası. Erdoğan ABD’ye gitmeden troykası orada. Mesele büyük oranda da Kürt meselesi. Uluslararası konjonktür bu rüzgârı tersine döndürebilir ama bu Erdoğan’ın iradesine uygun olmaz. Önünde 2019 seçimi var. Şu anda oturduğu zemin, onu başka bir dile, üsluba itemez.
‘İDAM TARTIŞMASI, 2019’A KADAR GERİLİMİN SÜRDÜRÜLECEĞİNİN İŞARETİ’
Söylediğinizi teyit eden bir konu da ‘idam’… Partili Cumhurbaşkanlığının yolunu açan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli grup toplantısında, “Vatan hainlerine karşı idamsa idam! MHP buradadır” dedi. Kimileri Bahçeli’nin AK Parti’ye tuzak kurduğunu kimileri ise iki partinin bu işi anlaşmalı körüklediğini söylüyor. Ne yapmaya çalışıyor Bahçeli?
Bu, Türkiye’ye bir tuzaktır. İdamın kaldırılması süreci Bahçeli’nin içinde bulunduğu hükümet döneminde başlamıştı. Bahçeli’nin 15 yıl sonra geldiği nokta yeniden idamsa bu Türkiye’ye karşı tuzak olur. 15 yıl önce Avrupa Birliği(AB) hedefiyle kaldırılan idam cezası, 15 yıl sonra Türkiye’de AB’den uzaklaşmak ve Konsey’den çıkmak için kullanılıyorsa bu hükümetin demokrasi bakımından Türkiye’yi nereye getirdiğinin göstergesidir.
Bu kadar çok idam cezası isteyen ve referandum sürecinde bunu kutuplaştırma malzemesi olarak kullanan AKP ile Erdoğan’ın da doğrusu ne yapacağımı çok merak ediyorum. Şu bir gerçek 2019’a kadar sürekli gerilim, kutuplaşma ve halk oylamasında kalabileceğimizin de işareti aynı zamanda. Herhalde yüzde 50’yi sürekli bu gerilim politikası üzerinden elde tutmaya çalışacaklar. Yurttaşlarımızın sağduyusu ve vicdanı bu tür taleplerin hayata geçmesini önleyecektir.
Almanya’dan sonra Belçika da Türkiye’de idam cezası için referandum yapılması durumunda kendi ülkesinde buna izin vermeyeceğini açıkladı. Referanduma gider mi idam?
İdam cezasının referanduma sunulabilme ihtimali, insan hakları bakımından yurttaşları bir insanlık suçuna ortak etmektir. Avrupa’nın, temel insan haklarına aykırı bir oylamanın kendi topraklarında yapılmamasını istemesi kadar kendi değerleri bakımından doğru bir şey yok. Yarın öbür gün ‘tutuklulara işkence yapılsın mı yapılmasın mı?’ da gelebilir. Ben idamın parlamentodan 330’u aşıp çıkacağını tahmin etmiyorum.
Darbe girişiminden 3 gün sonra CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu idam konusunda “Getirsinler bakalım” dediği için çok eleştirildi. CHP’nin idam konusundaki tavrı net mi?
Tabii net. Bunun hiçbir biçimde tartışması olamaz. Kemal Kılıçdaroğlu, o açıklamayı ‘Getiremezler’ anlamında kullandı.
‘CHP REFERANDUM SÜRECİNİ DOĞRU YÖNETMİŞTİR’
Gelelim CHP içi tartışmalara… Deniz Baykal, Muharrem İnce, Fikri Sağlar, Selin Sayek Böke… Neler oluyor partide?
Parti ile ilgili işleri hiçbir zaman kişiselleştirmedim, basın önünde konuşmadım. Bugün de çok şey konuşuluyor ama ben bu ilkemden vazgeçmeyeceğim. Yetkili kurullarda görüş ve eleştirilerimi ortaya koyuyorum, onun dışında bir mecrada konuşmayı doğru bulmuyorum. Benim örgüt kültürüm böyle.
Partinin olağanüstü kurultaya gitmesi gerektiğini düşünüyor musunuz?
Olağanüstü kurultay çağrılarını doğru bulmuyorum. Herkesin bu partide genel başkanlığa veya parti meclisi üyeliğine aday olma hakkı vardır. Bunun doğru işleyeceği süreç kurultay sürecidir. Her aday adayı ilçe ve il kongrelerinden başlayarak kendini ifade edebilir.
Olağanüstü kurultayın, referandum sonrasının kötü yönetildiği eleştirileriyle gündeme geldiğini hatırlatarak bir kez daha soralım…
Referandum sürecini bana göre olabildiğince doğru yönetmiştir parti. Ortaya çıkan tablo başarısızlık tablosu değildir, bir başarı tablosudur. Sandıktan da esas itibariyle ‘Hayır’ çıkmıştır. CHP de bu kampanyanın ana yürütücüsü olmuştur. Referandum sonuçları üzerinden bir olağanüstü kurultay çağrısı doğru değil çünkü olağan kurultay süreci başlamış durumda.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, AK Parti’ye üye oldu ve biz iktidar partisini konuşacağımıza CHP’deki tartışmaları izlerken bulduk kendimizi. Sahi ne oluyor AK Parti’de?
AK Parti’nin bir parti olmadığı, Erdoğan’ın sözlerinden çok belli. “Partimin başına geçeceğim” diyor. Türkiye’de demokrasi olsa, Siyasi Partiler Yasası’na da uygun biçimde söyleyeceği sözün şu olması lazım: Partime üye oldum, partinin genel başkanlığına aday olacağım. Partisini kendi mülkü gibi gören, vatandaşı da tebaa olarak görür.
‘BUGÜNDEN BİR İTTİFAK TARİFİ DOĞRU DEĞİL’
HDP’nin tutuklu Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, “demokratik çözümler adına ilkesel ittifaklara açık olacağız” dedi. HDP Sözcüsü Osman Baydemir de “eşitlik, özgürlük, adalet isteyen herkese ittifak çağrısında bulunuyoruz” açıklamasını yaptı. 2019 seçimi öncesi ilkesel ittifaklar yapılabilir mi?
Bugünden 2019’u tarif edecek bir çerçeveyi doğru bulmam. Bugünden yarına ne olacağı belli olmaz. 2019’a gidecek süreci doğru yürütmek lazım. Referandum süreci bize şunu gösterdi, sonuçta bir zemin ortaya çıktı. O zeminde buluşan çok farklı girişimler, siyasi partiler, tek tek şahıslar, yurttaşlar var. Buna büyük bir platform da diyebiliriz. Blok veya cephe sözünü doğru bulmam. Bunu korumak ve büyütmek için çalışmak lazım. 2019 geldiğinde şimdi olduğu gibi bir strateji ortaya konulur.
Peki ya olası ittifaklar?
Hayatın ve siyasetin gerçeği bunu zorlayabilir. Bugünden bir şey tarif etmek, aday tarifi, ittifak tarifi doğru değil. Bu süreci örgütlemek lazım.
Bu süreç nasıl örgütlenmeli?
CHP’ye karşı değişik siyasi eğilimlerde, partilerde bir önyargı vardı. CHP‘nin ve CHP’lilerin de bazı şahsiyetlere, siyasi eğilimlere karşı önyargısı vardı. Referandum öncesi süreç en azından o önyargıları azalttı. Birlikte çalışma becerisi geliştirildi. Bunu daha da geliştirecek politika, dil, üslup ve yaklaşımı ortaya koymak lazım. Demokratik, çoğulcu bir Türkiye hedefleyen ve herkesin içinde kendisini tarif edebileceği bir çerçeve ortaya koymak lazım. Ben referandum sürecini o yüzden çok değerli buluyorum. İlerideki seçimler bakımından birlikte çalışma zemini oluşturdu. Bunu birbirimize karşı önyargılarımızı kırarak geliştirebiliriz.
Yakında Meclis’e Uyum Yasaları gelecek. Örneğin burada ‘Hayır’cıların hep birlikte hareket etmesi mümkün değil mi?
Parlamentonun dinamikliği içinde bu her zaman mümkün. Örneğin ‘İç Güvenlik Paketi’nde CHP, MHP, HDP birlikte davrandı. Başka konularda da oldu. AKP bir şeyi dayatıyor, karşı duruşlar oluyor, bundan sonrasında da olur. Parlamentoda bir araya gelmekle bir anayasa değişikliğine karşı çıkmakla sahaya birlikte çıkmak ayrı şeyler.
“ŞİDDETE BAŞVURULMADIĞI SÜRECE SOKAK MEŞRUDUR”
2019 seçimine kadar yeni ve demokratik bir anayasa ile çıkılabilir mi seçmenin karşısına?
2019’daki seçimde, biz bu yetkilerle bir başkanlık için değil güçlendirilmiş bir parlamenter sistem için propaganda yapacağız, onun öne çıkmasını isteyeceğiz. Seçim bildirgemiz ve hedefimiz bunun üzerine olacak. Bu zemin başarılı olursa seçilecek ilk kişi başkan değil sistemi parlamenter sisteme dönüştürmek için çalışacak. Buna uygun bir anayasa da mutlaka önerilecek ama 2019’a kadar bir anayasa değişikliğini bu yapı içinde çok gerçekçi bulmuyorum.
Başta Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere CHP yönetiminin referandum sonuçlarını meşrulaştırdığı, sokağı gayrimeşrulaştırdığı eleştirileri sürüyor. Bir de parlamentodaki ısrarınızı ‘sokak’ anlamıyor. Parlamento ve sokak ne ifade ediyor sizin için?
Referandum sonucunu tabii ki meşru görmüyoruz hiçbir biçimde. Bizim meşru görmememiz bu maddelerin yürürlüğe girmesini, parlamentoya bununla paralel değişikliklerin gelmesini, örneğin HSK seçimlerini engellemiyor maalesef. Bunlar Resmi Gazete’de yayınlandı ve buna paralel bir prosedür yürüyecek. Biz bu süreçte de meşru görmediğimiz bu değişikliğe paralel getirilecek yasalara da karşı çıkacağız ve üzerimize düşeni yapacağız.
Muhalefetin kendini ifade edebileceği en geniş zemin parlamento kürsüleridir. Anayasa görüşmelerini hatırlayalım. Toplam 18 günkü komisyon ve Genel Kurul günlerinde, televizyonlar vermemesine rağmen Türkiye olan biteni neredeyse sosyal medya üzerinden takip etti. Parlamentoda olmazsak biz bu yasaların rejimi nasıl değiştirdiğini nerede anlatacağız? Hem Meclis komisyonları hem de Genel Kurul bunları konuşma, tartışma zemini veriyor. Bize pozitif bir biçimde yer veren bir medyamız da yok; negatif biçimde yer veriyorlar ama gani gani… Bunları meşrulaştırmak için değil meşru olmadığını anlatmak için parlamentoda olacağız. Biz 133 milletvekiliyiz. 30 kişi parlamentoda muhalefet yapar, 100 kişi sokakta yapar. Bütün bunlar tartışılacak ve bir yol haritası çıkacak.
Sokakta da olunacak yani…
Şiddete başvurmadığı, şiddeti önermediği sürece tabii ki sokak da muhalefetin kendisini ifade edebileceği önemli bir alandır ve meşrudur. Şiddete başvurmak deyince sokağa çıkanların şiddete maruz kaldığını da hatırlatalım.
‘DEVLET, BÖLGEDE HAPİSTE’
Siyasi iktidar, referandumda ‘Evet’ diyen Kürt seçmenin tavrını, son iki yıldır yürüttüğü politikalara ‘Evet’ olarak okuyor. HDP’li Altan Tan da 400 bini Kürt illerinden olmak üzere Türkiye genelinde HDP’nin 700 bin oy kaybettiğini söyledi. ‘Evet’ diyen Kürt seçmene ilişkin sizin yorumunuz nedir?
Bunu söyleyebilmek Kürtlere büyük bir haksızlıktır. 7 Haziran, 1 Kasım ve şimdi… En çok ‘evet’ çıkan yerlere bakıyoruz. Tüm Türkiye’de OHAL vardı ama buralarda kamu gücü ölçüsüzce kullanıldı. İnsanlar ya sandığa gitmemeye giderlerse de evet vermeye zorlandılar. Katılım oranı bütün Türkiye’ye göre yüzde 5 ile yüzde 8 oranı arasında daha düşük. Sandığa gidenlerin özellikle kırsal alanda hangi saiklerle ‘evet’ oyu kullandığı açık. İzmir ile Diyarbakır aynı çıkmış, daha ne olsun!
Son iki yılda bölgede yaşananların sonuçları bana göre 80’li 90’lı yıllardan daha ağır ve etkisi daha uzun sürecek. Adalet ve Kalkınma Partisi bu ortamı kendi siyasi çıkarları uğruna kullanıyor, bu sorunu çözmek amacıyla değil. Ortalama bir yerel seçimde alamayacağı belediyelere el koyuyor ve buraları kendi partililerini kalkındıracağı bir rant alanına dönüştürüyor. Bunu hem yakılan yıkılan yerler bakımından hem de el konulan belediyeler bakımından söyleyebiliriz. Bunun sonuçları ağır olacak. Temizlik işçisi işten atılıyor, yerine AKP’li alınıyor. İlelebet sürmeyecek bu ortam. Bir sonraki seçimde düşmanlaştırma, toplumun bir kesimini diğerine öfkeli hale getirmenin zeminini yaratıyor. Tüm belediyeler, kaymakamlıklar, devletin kurumları beton bloklarla çevrili durumda. O yüzden diyorum ki, Türkiye açık cezaevi, bölge yarı açık cezaevi ama orada devlet hapiste.