Yoksulluk intiharları artıyor: "İntiharı önlemek bireysel değil, kamusal bir sorumluluktur"
Türkiye’de 2002-2019 arasında yaşanan intiharlar içinde 5 bin 806 intihar vakasının nedenini geçim sıkıntısı ve ticari başarısızlık oluşturdu
Muhammed Bedir, Çorlu’da yaşıyordu. Günlük yevmiye ile çalışıyordu ve pandemi nedeniyle uzun süredir işsizdi. Çok da borcu birikmişti. 12 Mayıs’ta intihar etti.
Muhammed Bedir
Murat Gümüş, Mersin’in Mut ilçesinin tek kokoreççisiydi. 48 yaşındaydı ve bir çocuk babasıydı. 10 gündür siftah yapmamıştı. 1 Mayıs’ta evinin önündeki çardağa iple kendisini asarak yaşamına son verdi.
Murat Gümüş'ün intihar etmeden önceki paylaşımlarından biri
Nuri Çengeloğlu, İzmir’de uzun yıllardır kahvecilik yapıyordu. Pandemi nedeniyle dükkânını kapatmak zorunda kalan, sosyal medya hesabından sık sık içinde bulunduğu çıkmazı anlatıyordu. Bir daha anlattı ve 24 Mart’ta canına kıydı. İntiharından bir saat önce sosyal medya hesabından “Artık dayanamıyorum” diye yazmıştı.
Nuri Çengeloğlu
Şubat ayında Kocaeli bir haftada yedi yoksulluk intiharına tanık oldu. Tugay Adak, Ahmet Tarı, Samet Özer, Ünal Çetinkaya, Kadir Gündüz, Mustafa Özyıldız ve babası ile Ahmet Orhan peş peşe intihar etti.
Aynı günlerde İstanbul Zeytinburnu’nda oturan Elvan ve Enver Demir çifti 1 buçuk yaşındaki çocuklarını akrabalarına emanet ederek yaşamlarına son verdi.
Elvan-Enver Demir çifti
Şubat ayında Konya’da 37 yaşındaki kamyon şoförü M.Ç. ekonomik sıkıntılar nedeniyle kendisini kamyonuna asarak intihar etti.
Kamyon şoförü M.Ç.
Hatay’da yoksulluk intiharlarının en şiddetlisi yine Şubat ayında oldu. Adem Yarıcı, “Çocuklarım aç, iş istiyorum anlamıyor musunuz?” diyerek Hatay Valiliği önünde kendini yaktı.
Adem Yarıcı
Ocak ayında Samsun’da 45 yaşındaki Metin İ., eline “İş, aş” yazdıktan sonra korkuluklara kendini asarak intihar etti.
Metin İ.
Ocak ayında bir intihar haberi de İzmir’den geldi. İzmir'in Buca İlçesi'nde oturan 30 yaşındaki, evli ve iki çocuk babası müzisyen Erdem Topuz, 18 aydır işsiz olmayı daha fazla kaldıramadı, canına kıydı.
Erdem Topuz
Yine İzmir’de bir yıldır işsiz olan 29 yaşındaki müzisyen Mehmet Mert El, yaşamına son verdi.
Mehmet Mert El
Diyarbakır'ın Kayapınar ilçesinde ekonomik nedenlerden dolayı psikolojik sorunlar yaşayan 22 yaşındaki Şeyhmus Turfan hayatına son verdi.
Şeyhmus Turfan
Hatay’da, yedi katlı bir apartmanın çatısına çıkan 25 yaşındaki Mehmet Gökhan K. tüm ikna çabalarına rağmen intihar etti.
Mehmet Gökhan K.
Tekirdağ'da Kovid-19'a yakalanan Fedai Kuşçu isimli işçi, bu süreçte çalışamadığı için borçlarını ödeyemedi. Genç adam cebindeki 12 TL'yi eşine bırakarak yaşamına son verdi.
Fedai Kuşçu
İnternet sitelerinde kısa birer haber olan bu intihar öykülerinin nicesi ise kamuoyuna yansımadığı için, kahramanları sessiz sedasız bu dünyadan gitti.
‘Her gün 9 kişi intihar ediyor’
İndependet Türkçe'den Müjgan Halis'in haberine göre, araştırmalar son yıllarda Türkiye’de intihar hızının arttığını gösteriyor. CHP’nin doktor vekillerinden Ankara Milletvekili Tekin Bingöl’ün geçtiğimiz hafta yayınladığı intihar raporu, önemli verilerle dolu. Bingöl’ün raporuna göre; 2021 yılının ocak ayında en az 94, Şubat ayında en az 99, Mart ayında en az 112, Nisan ayında da en az 129 kişi intihar etti. AKP döneminin en yüksek intihar verileri ile karşı karşıya olunduğunu söyleyen Dr. Bingöl; 2021’nin ilk beş ayında 150’nin üzerinde yurttaşın “Geçinemiyorum” açılamasıyla hayatına son verdiğine dikkat çekiyor. Bingöl’ün araştırmasından ortaya çıkan veriler şöyle:
“Türkiye’de 2002-2019 yılları arasında 53 bin 425 yurttaş intihar ederek yaşamına son verdi. 2002’de 2 bin 301 olan intihar sayısı her yıl artarak 2012’de 3 binin üzerine çıktı. 2019’da ise 3 bin 406 kişi intihar etti. 2002-2019 yılları arasında gerçekleşen 53 bin intihardan 4 bin 801’inin gerekçesi resmi raporlara “İntihar nedeni: Geçim zorluğu” başlığı altında yansıdı. 17 yıldaki toplam intiharların neredeyse yarısı olan 22 bin 645 intiharın gerekçesinin ise “bilinmiyor” başlığı altında raporlanması dikkat çekti. Jandarma Genel Komutanlığı’nın 2020 Faaliyet Raporu’na göre Covid-19 pandemisi ile geçen 2020 yılında sadece jandarma bölgesinde “Takibi gereken olaylar” başlığı altında 5 bin 593 “intihara teşebbüs” olayına müdahale edildi. Ayrıca jandarma bölgesinde bin 23 intihar vakasının yaşandığı da raporlarda yer aldı.”
Yıllara göre değişen istatistikler baz alındığında, Türkiye’de intihar sonucu yaşamını yitiren kişi sayısı 2020’de günde ortalama 9 kişi sınırını aştığını ve intiharların artmasının Türkiye’nin yönetilememesiyle ilgili olduğunu söyleyen CHP’li Bingöl; ‘umutsuzluk’ ve ‘geleceksizlik’ gibi faktörlerin intiharları artırdığı görüşünde:
“Umutsuzluk, geleceksizlik, pandemi karşısında insanların yalnız bırakılması intiharların en önemli nedeni. Bir işçi cebindeki 12 lirayı eşine bırakıp intiharı seçiyorsa, dükkânını açamayan esnaf, borçları nedeniyle kapısına haciz dayanan çiftçi, yıllarca iş bulamayan gencin aklına çare olarak intihar geliyorsa, bu yaşananların sorumlusu AKP iktidarıdır. Türkiye’deki umutsuzluğun en büyük kaynağı AKP’dir.”
‘Sadece psikolojik denemez’
AKP’li bir belediye başkanının yaptığı “İntiharın ekonomiyle ilişkisi olsa vatandaşların yarısının intihar edeceği” şeklindeki açıklamanın da bir tür itiraf olduğunu söyleyen Bingöl; AKP iktidarının intiharları ‘psikolojik’ diye geçiştirmeye çalıştığına söyleyerek, TÜİK’in de intihar verilerine sansür uyguladığını öne sürüyor:
“İntihar sayıları her yıl artarken 2017 yılında TÜİK intihar verilerini bülten kapsamından çıkarttı. Resmi İstatistik Programı’nda da “2016 yılına kadar ayrı bir haber bülteni ile kamuoyuna sunulan ‘İntihar İstatistikleri’, 2017 yılından itibaren hassas bir konu ve teşvik edici bir etkisi olduğu için ilgili kurum ve kuruluşların tavsiyesi ile ‘Ölüm İstatistikleri’ haber bülteni kapsamında sunulmaya başlanmıştır” notu düşüldü. İntihar verileri birçok konuda olduğu gibi iktidarın rakamlarla oynama veya bilgileri gizleme girişimine dönüşse de “veri sansürü” sonrasındaki dönemde intihar sayılarında azalma yerine ciddi artışlar devam etti.”
Tekin Bingöl
Gerçekleşen her intiharın 40 katı da intihar girişimi olduğunu belirten Tekin Bingöl; intihar vakalarının çok ciddi bir şekilde araştırılması ve altında yatan sebeplerin incelenmesi gerektiğini belirterek, sadece ‘psikolojik’ diyerek olayın geçiştirilemeyeceğini savunuyor ve Türkiye’de artan antidepresan kullanımına da dikkat çekiyor:
“Sadece geçen 40 milyon kutu antidepresan kullanılış bu ülkede, yani bu iktidar insanların psikolojisini bozmuş durumda.”
‘İntihar kalanlardan öç almaktır’
İntiharı, ruh sağlığı bilimi açısından analiz eden Psikiyatr Cemal Dindar, kişinin anlatamadığı şeyleri bu yolla anlattığını belirterek şunları söylüyor:
“İlişki ve etkileşim azlığının da bir risk etkeni olduğu düşünülür. Seçilmemiş yalnızlıklar, göç ve mültecilik gibi yaşamda alışılmış destek düzeneklerinden yoksunluk, kişisel yaşamda maddi veya ülküsel kayıplar, örneğin iş kaybı, iflaslar, sürdürülen yaşamda bir amaç belirleyememe ve kişinin kendi değerini, dolayısıyla içinde bulunduğu hayatın değerini de yaşayamaması. Umut ile yaşam, umutsuzluk ile intihar düşünceleri arasında bir bağ olsa gerek. Değindiğimiz her etken, aslında yaşamla bağda güçlü bir nirengi noktası yaratan umut ilkesini örseliyor.”
İntihar düşüncelerinin illa da intihar edileceği anlamına gelmediğini, bu düşüncelerle kişinin yaşama arzusunu, yardım çağrısını, yeni bir başlangıç gereksinimini de belirttiğini söyleyen Dindar; “Fakat bu düşüncelere çaresizlik, gelecek korkusu, yalnızlık kaygısı eşlik ediyorsa bir intihar girişimine dönüşme olasılığı yükselir” diyor ve ülkemizde artan intihar vakalarına dair ise şunları söylüyor:
“Yoksulluk ruh sağlığında yeterince incelenmiş, ruhsal zorlanmalarla ilişkisi bırakın hakkı verilerek çalışılmayı, ana yol ruh sağlığı alanında ideolojik olarak örtbas edilmiş bir konudur. Bu konudaki ciddi bir çalışmanın sonuçları tüm kurumsal örgütlenmeyi tartışmalı hale getirir, bu da istenmiyor sanırım. İşini kaybetmiş ya da mevcut üretim ilişkilerinde çalışma koşulları insani olmaktan çıktığı için kendi değerini yaşayamaz hale gelmiş kişiler bizzat intiharlarıyla bu eşitsizlikler arasındaki bağı kurarak veda ediyorlar yazık ki. Üstelik intiharın bir boyutu da öç almadır. Kalanlardan öç alma… John Bowlby’nin (psikanalizde bağlanma teorisinin öncüsü) intiharı bir ilişki biçimi olarak görmesini toplumsal düzeyde de düşünebiliriz; intiharda bir mektup bırakılıp bırakılmadığından daha trajik olan öğe, bizzat intiharın bir mektup olmasıdır.”
Özellikle işçilerin yoğun olduğu Kocaeli gibi yerlerde yaşanan art arda intiharlara dair ise ‘geçiş alanı’ tespiti yapıyor Cemal Dindar: “Kocaeli ilimizi, hatta Tuzla’dan başlayıp Kocaeli çıkışına kadar olan bölgeyi bir geçiş alanı gibi görüyorum. Söz konusu bölgede kapitalizmin insan yaşamına dair toplumsal, ruhsal, bedensel nice dertler yarattığına dair vakalarla sık karşılaşıyoruz. Dilovası’ndaki kanser vakaları, işte deprem ve yıkımları, bir zamanlar IŞİD örgütlenmesiyle gündeme gelmiş olması, günümüzde intiharlar… Türkiye’de üretim ilişkilerini ve sonuçlarını anlamak için özel bir alan… Benim medyada öykülerini okuduğum kayıplarda kişilerin kendi değerlerini yaşamakta güçlük çektikleri, bazılarının zaten göçle geldiği, yaşamlarında alışık oldukları destek düzeneklerinden yoksun kaldıkları, gittikleri yerde o ünlü misafirperverlik yüceltmemizden pek de eser olmadığı anlaşılıyor. Hem geçmişleriyle bağlarından yoksun hem gelecekle ilgili umutsuzluk içinde olmaktan söz ediyoruz. Bu gelecekle ilgili umutsuzluğa kişinin çoluk çocuğuna en temel şeyleri sağlayamamanın utancını, belki suçluluğunu da ekleyelim.”
Cemal Dindar
‘Kriz dönemleri intiharı artırır’
Türkiye’nin geçiş toplumu olması nedeniyle, batıya göre daha az intihar vakasının görüldüğünü, aile gibi kurumların bir savunma düzeneği yarattığını belirten Dindar, bu düzeneğin ise çok uzun ömürlü olamayacağını savunuyor:
“Geniş aile yapı olarak çözülüyor ama değerleri bireyin dünyasında var olmaya direniyor. Yoksulların dünyasında dinin ağrı kesici olarak işlevinin devam edişi, intiharın İslam’da yasaklanmış olması, toplumun ayrıştığı tekilin birey değil de aile oluşu, yine intihar etmiş bir üyenin bir ailenin toplumsal değeri ile de ilişkilendirilmesi önemli savunma düzenekleri yaratıyor… Fakat benim gözlemim neoliberal yıkımın İslamcı siyaset kadroları eliyle olmasının bu savunma düzeneklerini de zayıflattığı yönünde.”
Kriz dönemlerinin intihar riskini artırdığını, “Çünkü kayıp ve buna bağlı yas çok güçlü melankolik bir zemin yaratıyor” cümlesiyle açıklayan Dindar, intiharların nasıl önleneceğine dair ise şu görüşü savunuyor:
“Umudu yükseltecek, umut etmeyi olanaklı kılacak her eylem yaşamda olumlu bir değer yaratır. Keyfiliğe ve cemaat ahlakına bağlı yardımlaşma garabeti yerine modern bir toplumda örgütlenme ve dayanışma pratikleri de öyle. Bir de siyasetin hayatı yeniden üretme çabası olarak üretim ilişkilerine ve koşullarına odaklanması kalıcı bir dönüşüm için şart… O fabrikalarda, atölyelerde, şantiyelerde ne oluyor? Bu soru özellikle sol siyasetin ve özellikle toprağı dinleyerek işini yapmak isteyen herkesin temel sorusu olmalı. Bu soru sorulmayıp o koşulların sonuçlarına geçici çözümler üretmek, aslında söz konusu üretim ilişkilerinin devamına yarıyor.”
‘Derin yoksulluğa bağlı intiharlar’
Psikiyatr Doç. Dr. Burhanettin Kaya ise, son yıllarda Türkiye’de intihar vakalarında artış olduğunu belirterek, “Öykülerine baktığımızda bu intiharların kaynağında derin yoksulluğa bağlı olarak daha çok ekonomik ve politik nedenlerin olduğunu, insanların bu yaşanan süreçte girdikleri derin umutsuzluğun etkili olduğu izlenimini ediniyoruz” diyor.
Türkiye’nin intihar oranının diğer ülkelere kıyasla az olduğunu ancak, intihar artış hızının en yüksek seyreden ülkelerin arasında da olduğuna dikkat çeken Doç. Dr. Kaya, “Özellikle genç nüfusta artık oldukça yüksek” diyor. İskandinav ülkeleri, Baltık ülkeleri gibi ülkelerin intihar oranlarının fazla olduğunu ancak intihar önleme programlarıyla intihar hızını düşürdüklerini belirten Kaya, bizde ise durumun tam tersi olduğunu vurgulayarak devam ediyor:
“2020 verileri açıklanmadığı için, 2019 verileriyle konuşacak olursak intihar hızının bir önceki yıla oranla arttığını, intiharın niteliği, yöntemleri, gerekçeleri açısından da özellikle son dönemdeki sosyoekonomik, siyasal gelişmelere göre bir değişim olduğunu söyleyebiliriz.” TÜİK’in verilerinin tamamlanmış intiharları kapsadığını anlatan Kaya, yansımamış tamamlanmış intiharların bu verilere dâhil edilmediğini, ancak hemen her yıl ‘iş kaybı, değişen ekonomik durumlar, geçim sıkıntısı, aile içi geçimsizlik’ gibi başlıklara rastladıklarını söylüyor. Aile içi sorunların kaynağında da sosyoekonomik dinamiklerin rol oynadığını söyleyen Kaya sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Tamamlanmış intiharların dörtte üçünü erkek intiharları oluşturuyor. Ve erkekler her zaman daha vahşi, daha kesin, nihayete daha çok varmaya yol açan yöntemler kullanıyorlar. Kadınlarda ise bu oran düşük. Fakat intihar girişimlerine baktığımızda kadınların intihar girişim oranları erkeklere göre daha yüksek. Ve kadınlar erkeklere göre vahşi yöntemleri daha az kullanıyorlar, erkeklerde ası ve ateşli silah daha öndeyken, kadınlarda ilaç içerek ya da toksikasyon ile intihar girişimi daha fazla.”
‘İntihar mesajları bir yardım çığlığıdır’
Doç. Dr. Burhanettin Kaya, özellikle pandemi sonrası sosyal medyada mesaj yayınlayarak intihar eden ve çoğunluğunu esnafların, işsizlerin oluşturduğu intihar vakalarına dair ise şu yorumu yapıyor:
“Birey intihar etmeye karar vermiş olsa bile ikilemdedir. Bir anlamda intihar girişiminin kendisi bir yardım çağrısıdır, umutsuzluk ve çaresizlik içinde bir yandan kendi bedenine zarar vermeyi düşünürken, aynı zamanda bir umut da taşır. Bu son mesajları paylaşırken; hem kendi çektiği acıyı başkasına duyurmak, hem de kendisini kurtaracak bir mekanizmanın devreye girmesini bekler. Ama şu var ki son 15-20 yılda, insanların o derin umutsuzluğa girmelerindeki en önemli faktör, Türkiye’nin patriyarkal neoliberal kapitalizminin çok vahşi bir şekilde uygulanması, sınıfsal uçurumların giderek büyümesi ve yoksulluğun artmasıdır. O yüzden bu insanların umutsuzluğa kapılmaları ve bu umutsuzlukta kendi yaşamına son verme notasına gelmesi anlaşılır bir gerçeklik olarak görünüyor.”
Birçok araştırmanın yoksullaşma ve intiharlar arasındaki ilişkiyi ortaya koyduğunu belirten Kaya; “İntiharlar, sosyal devletin kaybı ile artıyor, yoksulun ulaşabileceği-bağ kurabileceği mekanizmaların olmamasıyla artıyor” diyor. Esnaf intiharlarının, müzisyen intiharlarının, işçi intiharlarının, evine ekmek götüremeyen gündelikçinin intiharının, çaresizce çocuğuna önlük alamayan emekçinin intiharının sadece onların iç dünyasıyla açıklanamayacağını belirten Doç. Dr. Kaya; “Bu insanlarda depresyon teşhis edilse bile, bu depresyon içsel bir sürecin, biyolojik bir döngünün sonucu değildir. Bu depresyon yaşadığı sosyal kayıpların, yoksulluğun onun dünyasında bıraktığı tahribatın sonucudur. Depresyon, tek başına intiharın sebebi değildir ve insanı depresyona iten süreç de masum değildir.”
Burhanettin Kaya
‘İntiharlar psikiyatrik değil, sosyoekonomik önlemlerle engellenebilir’
İntiharın önlenebilir bir ölüm nedeni ve bir halk sağlığı sorunu olduğunu savunan Kaya, intiharların nasıl önlenebileceğine dair ise üç önemli başlık olduğunu söylüyor:
“İlk olarak insanların derin umutsuzluğa, yoksulluğa iten, onları intiharı tek seçim olarak görmeye zorlayan düzeni değiştirmek gerekiyor. Yani önce evrensel düzeyde politikalara ihtiyaç var. Bu intiharların çözümü, psikolojik ya da psikiyatrik değil, sosyoekonomik ve siyasaldır. İkinci olarak, intiharı önlemek kamusal bir sorumluluktur. Koruyucu ruh sağlığı perspektifiyle krizleri fark eden, kriz yaşayan insanların ulaşabileceği bir kamusal sağlık sistemine ihtiyaç var ve buna uygun bir ruh sağlığı eylem planına, ruh sağlığı örgütlenmesine ihtiyaç var. Bu sağlıkta dönüşümle olmaz, sağlıkta dönüşümün doğası buna zaten aykırı. Sağlık sistemi kamusal bir sistem değil, kriz yaşayanın ücretsiz, erişebilir bir şekilde krizini çözebileceği bir sosyal hizmet mekanizması yok. Kağıt üzerinde var sadece. Bireyin de böylesi bir ruhsal problem yaşadığında, kendisinin bu fark edip, bunun bir kader olmadığını, bunun önlenebilir olduğunu düşünüp yardım almayı istemesi, yani bir sağlık bilincine ulaşması lazım.”
İntiharı önlemenin bireysel değil kamusal bir sorumluluk olduğunun altını çizen Doç. Dr. Kaya, umudun ve iyiliğin örgütlenmesi gerektiğini vurgulu