Davutoğlu: Ekonomik krizi varlığını inkâr ederek yönetemeyiz
Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu, 31 Mart seçim sonuçlarıyla ve “içinde bulunulan siyasi şartlara ilişkin” bir açıklama yayımladı.
2014-2016 arası genel başkanlığını yaptığı AK Parti’yi ve MHP ile yapılan ittifakı eleştiren Davutoğlu, hukukun üstünlüğü, basın özgürlüğü, liberal ekonomi politikaları ve atamalarda liyakat gibi konularda çağrı yaptı:
AK Parti’nin varoluş gerekçesi ve geleceği herhangi bir faninin, sınırlı bir toplumsal kesimin, bir ekonomik çıkar grubunun hatta tek bir neslin kaderine, tercihlerine ve takdirine bağlı değildir ve olmamalıdır.”
“Partimizin insan odaklı söyleminin yerini salt beka endişelerine dayalı bir söylem almıştır”
"Ben-merkezci kibirli bir dil ile tevazudan kopuş, mahviyet vurgusu yaparken en küçük birimlerdeki siyasilerin bile adlarını sokaklara, okullara ve binalara verme yarışı içine girmeleri, sürekli görünür ve bilinir olma dürtüsüyle gündeme gelmek için her türlü çabanın gösterilmesi, kullanılan dil ile sergilenen tavır arasındaki uçurumun alabildiğine açılması, kutsal değerlerimizin siyasi çıkarlar uğruna hoyratça kullanılması, alınan görevlerin kişiye has olduğu unutularak bütün bir aile ve çevrenin etki kurma çabaları, siyasi rakip görülen kişilerin yıpratılması için sosyal medya operasyonları dahil her türlü iftiranın yaygınlık kazanması, bir ömrünü bu davaya adamış ve ortak mücadele vermiş insanların toplumsal itibarlarının yok edilmesine dönük ithamlara sessiz kalınarak dolaylı destek verilmesi ve geçmişte en önemli değerimiz olarak gördüğümüz vefa duygusunun ciddi şekilde zedelenmesi üzerinde açık yüreklilikle düşünülmesi gereken hususlardır.
Son yıllarda partimizin insan-odaklı, insan haklarına dayalı, özgürlükçü, reformcu, kuşatıcı, kendinden ve geleceğinden emin siyasi söyleminin yerini devletçi, güvenlikçi, statükocu ve salt beka endişelerine dayalı bir söylem almıştır."
Parti içinde 'paralel yapı' vurgusu
Davutoğlu, AK Parti’nin içerisinde “parallel bir yapı gibi partiyi yönetmeye çalışan bir odağın ortaya çıktığını” da belirtti:
"Kendisini partimizin kurullarının üstünde gören ve adeta paralel bir yapı gibi partiyi yönetmeye çalışan bir odağın ortaya çıkması ve partinin seçilmiş yetkililerini ve kurullarını devre dışı bırakmaya kalkışması teşkilat kurumsallaşmasının özünü sakatlamıştır.
Milletin gözyaşı, emeği, aklı ve yüreği ile kurulan partimiz ve ülkemiz, hırslarına esir düşmüş dar ve çıkarcı bir çevrenin ikbal kaygılarına terk edilemez."
MHP ile ittifak eleştirisi
"İttifak siyaseti partimizi dar bir siyasi dile ve kimliğe hapsederek, ülkenin her bölgesini ve toplumun her kesimini kucaklayan özgün duruşumuza zarar vermiştir. Bu çerçevede, partimiz seçim sonuçlarını doğru analiz ederek ittifak siyasetini gözden geçirmelidir.
Seçim sürecinde ittifak yapılarının cepheleştirici karakterinden kaynaklanan sert söylemler siyasi kutuplaşmayı tehlikeli boyutlara taşıyarak, toplumsal barışımızı ve ortak aidiyet bilincimizi zedelemiştir.
Beka endişeleri demokrasiyi askıya alma heveslerinin gerekçesi olamaz. Aksine devletimizin bekasının temeli demokratik meşruiyettir.
Beka söylemi ile rakip partileri düşmanlaştırmanın, siyasi rekabeti aşan kutuplaşmaların nelere sebep olabileceğini ne yazık ki Ankara’da aslında hepimizi birleştirmesi gereken bir şehit cenazesinde gerçekleşen çirkin saldırıda yaşadık."
“Yargının kontrol altına alınması en büyük suç”
"Hukuk güç biriktirme alanı değil, gücü denetleme ve ahlaki çizgiye getirme alanıdır. Yargının kontrol altına alınması çabası hangi gerekçeyle ve kim tarafından yapılırsa yapılsın en büyük suç olarak görülmelidir.
FETÖ ile tavizsiz verilmesi gereken mücadelede farklı kişilere farklı kriterler uygulanması, yürütülen mücadeleye zarar vermektedir. Bu konuda hukukun en temel ilkesi olan ‘suçların şahsiliği’ ilkesi özenle korunmalıdır.
Üzülerek belirtmeliyim ki yeni sistem, hem yapılanması hem de uygulama tarzı itibariyle milletimizin beklentilerini de karşılamamaktadır. Bu çerçevede, sistem değişikliğine ilişkin ciddi ve samimi bir muhasebe yapmamız gerekmektedir.
Bu muhasebede ilk başlamamız gereken nokta, hukuk devleti ilkesinin varlığı ve korunmasıdır. Hukuk devletinin korunabilmesi ise kuvvetler ayrılığı ilkesinin yeniden inşasına bağlıdır."
“Partili cumhurbaşkanlığı uygulaması yeniden değerlendirilmeli”
"Yeni sistem yürütmeyi yasama ve yargı karşısında baskın kılarak kuvvetler ayrılığı ilkesini zedelemiş, denge ve denetim mekanizmalarını işlevsizleştirmiştir.
Bu bağlamda devlet mimarimizin süreklilik arz eden en önemli özelliklerden birisi devlet başkanlığı makamının toplumun bütününü temsil etmesi ve her kesimi kucaklamasıdır.
Cumhurbaşkanı’nın seçimlerin birinci derecede tarafı olarak seçim ortamının gerektirdiği yoğun ve çoğu zaman da sert siyasi polemiklere girmek durumunda kalması, devlet geleneğimiz içinde toplumun tüm kesimlerine eşit mesafede durması gereken Cumhurbaşkanlığı kurumunun toplumun en az yarısı ile psikolojik bir kopuş yaşamasına yol açmaktadır.
Bu çerçevede, yeni sistemin en asli unsurlarından biri olarak görülen partili cumhurbaşkanlığı uygulaması mevcut Cumhurbaşkanımızın şahsından bağımsız olarak yeniden değerlendirilmeli ve Cumhurbaşkanlığı ile parti genel başkanlığı görevlerinin bir arada yürütülmesinin doğurduğu sakıncalar giderilmelidir."
“Farklı görüşlerin terörle özdeşleştirilmesi milli birliğe zarar veriyor”
"Terörle mücadele sırasında özgürlük-güvenlik dengesinin hassas ölçülerine özen gösterilmesi yürütülen mücadelenin geniş halk kesimlerince benimsenmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Farklı görüş beyanının terörle özdeşleştirilmesi ve siyasi farklılıkların ihanetle anılır hale gelmesi hem milli birliğimize zarar vermekte hem de kriz dönemi algısının süreklilik kazanması üzerinden demokrasiye, siyasete ve ekonomik hayata büyük darbe vurmaktadır.
Güvenlik endişelerinin son yerel seçimler sonrası kamu görevinden olağanüstü hal şartlarında mahkeme kararı olmaksızın ihraç edilenlerin ellerinden seçme ve seçilme gibi anayasal bir hakkı dahi almaya evrilmesi kabul edilemez.
Düşüncelerini ifade eden gazeteci, akademisyen, kanaat önderi, siyasetçi kim olursa olsun hiç kimse işini kaybetme, yaftalanma, sosyal medya linci ve hakaret tehditleri ile karşılaşmamalıdır. Eleştiri ve fikirlerini ifade etme özgürlüğü sonuna kadar korunmalıdır."
“Basın tek elden yönetilen propaganda aracı haline geldi”
"Özgür düşüncenin, eleştirinin temel unsuru olan ve gelişmiş demokrasilerde dördüncü kuvvet olarak nitelendirilen basın ise tek elden yönetilen bir propaganda aracı haline gelmiştir. Gerçek basın özgürlüğü demokrasimizin bağışıklık sistemidir. Bunu yok etmek, usulsüz ve baskıcı metotlarla basında tekelleşmeye yönelmek Türkiye’nin zihni kapasitesini daraltmaktadır.
Bu çerçevede, güvenlik konusundaki kazanımlarımızı kaybetmeden özgürlük alanlarının genişletildiği yeni bir özgürlük-güvenlik dengesi kurulmalıdır.
Sivil toplumun devlete eklemlenmesi ve farklı kaygılarla görüş beyan edemez hale gelmesi sivil toplumun ruhunu ve vicdanını yok etmektedir."
Yozlaşma ve güç zehirlenmesi uyarısı
"Kamu yönetimde hısım ve akraba kayırmacılığının yaygınlaşması her türlü yozlaşmanın ve güç zehirlenmesinin hem en önemli sebebi hem de en çarpıcı göstergesidir.
Öte yandan kamu ihalelerinin toplumun bilgisi olmadan gerçekleşmesi, ihale kanunundaki istisnaların kanunun kendisini fiilen işlemez hale getirmesi, kamuoyunda devlet bütçesi ile yapılan işlerin sürekli aynı şirketlere verilmesi gibi yolsuzluk algısına yol açan olgular da acilen yüzleşilmesi ve gereğinin yapılması gereken hususlardır."
"Yaşanan ekonomik krizi, varlığını inkâr ederek yönetemeyiz, temelinde bir yönetim krizi yatmaktadır"
"Bugün ne yazık ki ekonomide de geçmiş dönemde ulaştığımız seviyenin çok altında olduğumuzu görmekteyiz. Bunun en çarpıcı örneği ise 2018 yılındaki ABD doları cinsinden kişi başına milli gelirimizin 2007 yılındaki seviyesinin altına gerilemiş olmasıdır. Toplumun bütün kesimleri ekonomideki kriz ortamını bizzat yaşarken bu gerçeği inkâr etmek, yönetime olan güveni sarsmaktan başka bir şeye yaramaz. Yaşanan ekonomik krizi, varlığını inkâr ederek yönetemeyiz.
Yaşadığımız ekonomik krizin temelinde bir yönetim krizi yatmaktadır. Ekonomi politikalarıyla ilgili kararların gerçeklikten uzak, piyasanın uygulamalarına ve ekonomi biliminin yasalarına aykırı biçimde alındığı, uygulamalarda keyfî ve tarafgir davranıldığı kanaati yayılmışsa yönetime olan güven kaybolur.
Görüntüyü kurtarmak için zaten zor durumda olan kesimleri suçlayıcı ve buyurgan bir dil kullanmak, piyasa kuralları içinde oluşması gereken dengeleri baskı uygulayarak piyasaya rağmen oluşturmaya çalışmak, Türkiye’nin kalkınması için yararlanması gereken küresel yatırımcıları ürkütmek ise kesinlikle kaçınılması gereken çıkmaz yollardır."
'Şeffaflık ve hesap verilebilirlik' çağrısı
"Son dönemde devlet kurumlarındaki görevlendirmelerde ehliyet ve liyakat ölçütleri yerine başka özelliklerin tercih edilmesi, kamu kurumlarında kurumsal hafızanın ve kültürün korunmasını imkânsız hale getiren keyfîliklerin yaşanması kurumsallaşmaya büyük zarar vermiştir.
Kamu harcamalarında şeffaflık ve hesap verebilirlik en güçlü biçimde hayata geçirilmelidir.
Ne yazık ki son dönemdeki bazı uygulamalar verilere olana güveni sarsmaktadır. Dahası ekonomik verilerin gerçek durumu tam, doğru ve eksiksiz yansıttığına olan güven sarsılınca, piyasada “arka kapı operasyonu” olarak adlandırılan şeffaflıktan uzak yöntemlere başvurulduğuna ilişkin haberler ve spekülasyonlar yayılmaktadır.
Ekonomi yönetiminde dürüstlükten büyük sermaye, itibardan büyük kredi olmaz. Ekonomi yönetiminin işleyişi acilen bu düstur doğrultusunda yeniden yapılandırılmalıdır."
Davutoğlu, sosyal medyada paylaştığı açıklamayı şu cümlelerle bitirdi:
“Sonuç olarak şunu vurgulamak isterim ki son yıllarda yaşadığımız güçlü meydan okumalar karşısında şimdi yapmamız gereken, zihinlerimizi özgürleştirmek, psikolojilerimizi yenilemek, toplumsal bağlarımızı güçlendirmek ve ortak geleceğimiz konusunda atılması gereken adımları atmaktır. Partimizin yöneticilerini ve ilgili kurullarını bütün bu konuları ve gelecek vizyonumuzu aklı selim ve soğukkanlılıkla değerlendirmeye, partimizin vefakar ve fedakar tabanını umutsuzluğa düşmeden vakur bir duruşla ve sebatla geleceğe hazırlanmaya, kanaat önderlerimizi, aydınlarımızı ve her siyasi kesimden vatandaşlarımızı ortak vicdanımız, ortak aklımız ve ortak irademiz temelinde ortak geleceğimizi belirlemek için omuz omuza vermeye davet ediyorum'