Genç işsizliği yüzde 41
Prof. Aziz Çelik: Devlet sadece çalışma özgürlüğünü değil, nitelikli ve güvenceli çalışma hakkını da sağlamak zorunda. 'İş beğenmiyorlar' demek, çözüm üretmek yerine gençleri suçlayan ucuz yöntem.
Bu yıl da gençler 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’nı işsizlik, hayat pahalılığı, gelecek kaygısı ve umutsuzlukla karşılıyor. TÜİK ve DİSK Araştırma Merkezi (DİSK-AR) tarafından yapılan çalışmalar Covid-19 döneminin işgücü piyasalarında yarattığı tahribattan en fazla gençlerin etkilendiğini ortaya koydu. TÜİK genç işsizliğini 2022 ilk çeyreğinde yüzde 21 olarak açıkladı. DİSK-AR’ın “19 Mayıs’a Özel Genç İşsizliği Bülteni”ne göre ise 15-24 yaş arası genç nüfusta geniş tanımlı işsizlik yüzde 41. Bu oran geniş tanımlı genç işsiz sayısının 2.3 milyon olduğunu gösteriyor.
Kocaeli Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Aziz Çelik son araştırmalara dayanarak Türkiye’deki genç işsizliği yorumladı.
Geniş tanımlı genç işsizliğinin yüksekliğine dikkat çeken Çelik, bunun nedenini şöyle açıkladı:
“Genç işsizliği ortalama işsizlikten her zaman yüksek seyreder. Dar tanımlı işsizliğe baktığımız zamanda da genç işsizliğinin yüksekliğini görüyoruz. Bunun sebebi gençlerin iş piyasasına daha zor koşullarda girmeleri. Gençler daha fazla iş arıyor ama daha az iş bulabiliyor, daha az işe yerleşebiliyor. Dolayısıyla gençlerin iş olanakları sınırlı o yüzden daha yüksek oluyor. Bu da geniş tanımlı işsizliğe aynı biçimde yansıyor. Geniş tanımlı işsizliğin içinde iş arayıp bulamayanlar olduğu kadar iş aramayan, artık ümidi kırılmış genç işsizler ve iş aramayan ama çalışmaya hazır genç işsizler de bunların içinde.”
Son dönemde özellikle siyasetçilerin gençler için kullandığı “işsizlik yok, iş beğenmiyorlar” açıklamalarını da değerlendiren Prof. Çelik, iş beğenmemenin bir hak olduğunu ifade etti: “İş beğenmeme meselesi oldukça tuhaf. İş beğenmemek bir haktır. İnsanlar, eğitimlerine, vasıflarına uygun, nitelikli ve insan onuruna yaraşır bir işte çalışmak isterler. Bu zaten Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) kabul ettiği bir standart. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün ‘insani iş’ olarak tanımladığı iş, insanların yeteneklerine, kabiliyetlerine, formasyonlarına göre çalışacakları güvenceli, sigortalı, iş sağlığı ve iş güvenliğine uygun ve yeterli gelir elde edecek bir iştir. Gençlerin her işi kabul etmesi bekleniyor çünkü tecrübesiz ve nasıl olsa yeni mezun. Her işi her koşulda yapabilmesi isteniyor. İnsanların iş seçmesi kadar doğal bir şey olamaz. Önemli olan gençlere nitelikli, insani özelliklere sahip, insanca çalışabilecekleri iş sağlanmasıdır. Bu olmadığı zaman elbette ki iş seçecekler, iş kabul etmeyecekler. Sigortasız, boğaz tokluğuna, asgari ücretin altında ya da uzun çalışma saatlerine dayalı bir işi niye kabul etsin insanlar? Bu işsizliği örtmek ya da çözüm getirmek yerine gençleri suçlayan ucuz bir yöntem.”
Yapılan birçok araştırma 18-29 yaş grubu arasındaki 4 gençten daha iyi bir gelecek için yurtdışında yaşamak istediğini ortaya koyuyor. Gençlere yeni iş olanakları yaratılmamasının doğal sonucu olarak yurtdışına göçün gerçekleştiğini söyleyen Aziz Çelik bu konuda şunları ifade etti:
“Türkiye’de gençlerin bir bölümü özellikle kalifiye gençler şanslarını yurtdışında denemeye çalışıyor. Daha yetişkin belli kalifikasyonları yüksek olan gençler Türkiye’de iş bulma ümidini yitirince ya da bulacakları iş onları tatmin edecekleri bir gelir sağlamadığı için yurtdışına çıkıyor. Genellikle bütün yükseköğrenim programlarından mezunlar -mühendislikler ve mimarlık da dâhil- asgari ücretle işe başlıyorlar. Bunu Cumhurbaşkanlığı İnsan Hakları Ofisi’nin yapmış olduğu bir araştırma ortaya koyuyor. İşe başlama seviyeleri asgari ücret civarında olması sebebiyle hem iş bulmak zor hem de bulunan işlerin gelir getirisi çok düşük olması gençleri yurtdışında bir arayışa itiyor. Bu da tabii özellikle daha nitelikli iş gücünün yurtdışına göçmesi ya da göç etmeye çalışması gibi eğilimine yol açıyor."
Türkiye’de son dönemde sayıları hızla artan üniversitelerin kalitesizliği beraberinde getirdiğini vurgulayan Prof. Dr. Çelik, devletin iş bulma görevini bir plan çerçevesinde hayata geçirmesi gerektiğini söyledi. Çelik, şöyle devam etti: “Üniversite ve öğrenci sayısının artması aslında olağan değil. Elbette ki üniversite ve üniversiteye girenlerin sayısının artması beklenir bir durum fakat bunun hem öğretim elemanı açısından hem de öğrencilere sunulan olanaklar açısından paralel yürümesi gerekir. Üniversitelerin önemli bir bölümü tabelası üniversite olan ama eğitim kalitesi açısından çok düşük. Özellikle yaygın biçimde Anadolu’da açılan üniversitelerin yeterli alt yapısı yok. Kampusu, kütüphanesi ve diğer sosyal olanakları olmaksızın daha da önemlisi yeterince yetişmiş öğretim üyesi olmaksızın üniversite sayısının şişirilmesi üniversitelerde bir kalite düşüklüğüne sebep oluyor. Bunu istatistiksel bilgi olmadan günlük yaşamda dahi görebiliriz. Eğitim fakültesini, iktisadi ve idari bilimler fakültesini bu kadar yaygın bir biçimde açarsanız oradan mezun olanların çalışacağı işler yaratılmazsa bunlar atıl iş gücüne dönüşür. Kendi alanları dışında çalışan o alana ilişkin merakı ve ilgisi olmayan bir öğrenciye yol açar. Bugün iktisadi ve idari bölümlerin çok büyük bir kısmında o alana doğrudan merakı ve ilgisi olmayan ama herhangi bir yere girmek için orayı yazmış olan öğrenci sayısı çok yüksek. Bu aslında o alanda işe giremeyeceğini bilerek, bilgisi olmadığı halde o alana kayıt yaptırıp herhangi bir üniversiteye kayıt olmuş olmayı hedefliyor.”
“Devletin her üniversiteyi bitiren için iş bulma görevi olduğunu dolayısıyla bunun bir planlama çerçevesinde yapılması gerektiğini düşünüyorum. Devamlı üniversiteler açarak bu derece büyük bir şişkinliğe yol açarsanız buna uygun istihdamı da sağlamak zorundasınız” diyen Prof. Dr. Aziz Çelik, devletin sadece çalışma özgürlüğünü değil çalışma hakkını da sağlamak zorunda olduğunu ifade etti.