Yaşı biraz geçkin kişilerden çoğu kez şöyle serzenişler duyarız “ah nerde o eski muhabbetler, sohpetler”.
Gerçekten de eskilerde insanlar yaşadıklarını, hissettiklerini veya tecrübe ettikleri bilgileri cümlelerine taşırlardı. Bu yüzden de o zamanlarda yapılan iletişimler bir konuşma değil sohpet ve muhabbet niteliği taşırdı. Bu tür ortamlarda kurulan cümlelerin tadı bambaşka olurdu. Derinlerinde yaşadıklarını, hissettiklerini aktaran kişinin mimikleri, el kol hareketleri, ses tonu, sesin inişli çıkışlı halleri sohpete renk katardı.
Günümüzde konuşmaların çoğu teorik bilgilerle dolu. Öneriler, tavsiyeler, örnekler hep teorik bilgi içerikli. Çünkü artık günümüz modern insanları bu tür bilgileri duymayı ve söylemeyi çok seviyor. Lakin yaşamına geçirebiliyor mu, önemli olan bu.
Ardı ardına size tavsiyeler söyleyen kişiye durup sorsanız, çoğu kez uygulamadığı ezber bilgileri aktarıyordur. Mesela bu bilgileri verirken onlara “uygularken ya da yaparken ne hissettirdi” diye sorun çoğu cevap bile veremeyecektir. Tecrübe edilmeden tavsiye edilen bir bilgi, duygu bütünlüğüne sahip değildir. Tatbikat sahasında duygu ve hislerle yoğrulmamış bilgiler, teorik bilgilerdir. Oysa ki insan ruhunun ve yüreğinin besini duygulardır. Nefret bile bir duygudur ki, yüzyılımızda bu duyguyu mumla aratacak olan bir hissizleşme, donukluk, duyarsızlık hali ortaya çıkmıştır: Kayıtsızlık.
Nefretten kat be kat daha tehlikeli olan kayıtsızlık hali iki ana sebepten oluşur: Anlaşılamamak ve giderek yalnızlaşmak. İşte bugünkü yazımızın ana fikri bu.
Anlaşılamamaktan şikâyetçi isek ve iletişimde giderek yalnızlaşıyorsak, şunu bilelim ki bunun birçok sebebinden en önemlisi, kullandığımız kelimeler ve o kelimelerin tekrarları. Duygu katılmamış, tecrübe edilmemiş, hislerle yoğrulmamış donuk cümlelerimiz, duyarsızlığımızı karşı tarafa olduğu gibi geçirecektir.
Bu yüzden:
Kullandığımız kelimeler ve kurduğumuz cümleler, yediğimiz içtiğimiz besinler kadar önemli. Örneğin, kibarlık olsun diye sürekli tekrarlanan “ben yanlış aktarmış olabilirim” “ben yanlış anlattım galiba” “tam anlatamadım” “eksik anlattım” gibi yalan sözler giderek zihnimizde gerçeğe dönüşebilir. Bilelim ki zaman geçtikçe zihin, belli tekrarları, yalan bile olsa, hakikat olarak kabul edecektir. Ve zamanla eksik ve aciz olduğunuzu size hissettirecektir. Ve giderek anlaşılamadığınız yalanını size hakikat olarak kabul ettirecektir. Ve yalnızlaşarak önce toplumdan, sonra kendinizden ve en sonunda da yaşamdan soyutlanabilirsiniz. Bu durum, kayıtsızlık haline güzel bir örnektir. Önce farkındalık ile daha sonra Öz farkındalık ile bu durumun üstesinden gelebiliriz.
Evet, hayatın uzun olduğu doğrudur. Fakat hep kulak arkası yaptığımız gerçek, ömrümüzün kısalığı. Zaman çok değerli. İhtiyacın olan sende var.