Dünya ve içindekilerin telaşı, koşuşturması için geç kaldık. Ahiret için daha erken, hala vaktimiz var dedik. Çünkü elimizde ölümsüzlüğün garanti belgesi, yarına hayallerimiz, geleceğe gayelerimiz, ideallerimiz, amaçlarımız, hedeflerimiz var.
Biz “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalış!” hadis-i şerif gibi hayatın ana damarını hatırlatan uyarıcı levhaları unuttuk. Unutmayanlara selam olsun.
Biz ilkbahar ışınlarıyla uyandık. Önce dünya ve içindekilerin düşlerine daldık. Projeler çizdik, mekanlar diktik, araziler büyüttük. Bin bir türlü yalan dolu dünyada faydasız, zararlı oyun alanlarını kurduk.
Zaman dilimiyle yarış halinde nefes nefese kaldık. Zamanı geçti, vakti daraldı, takvimi, doldu… Tümceleriyle hep dünyayı hesaba kattık.
İş baki olan bir hayat olunca hep erteleme, hep erteleme!
Vakit çok, zaman bol, duvarda ki akrep ve yelkovan adım atmayı unutmuş durgun ve sessiz…
Misafiri olduğumuz fani dünyanın her işinde vaktimiz var. Ama baki bir hayat için yarın, sonra, birazdan bahanelerle hep ertelemeler...
Ter içinde kalan, dünya telaşına kapılan bedene mola verip başı secdeye, vücudu dinlendirmeye zamanımız yok mu?
Dünyayı toplamaya vakit varda; Kendimizi toplamaya, özümüze dönmeye neden vaktimiz yok?
Okey meclislerinde, piyango kuyruklarında saatlerce nefes alıp vermeye zaman var da nefesi verene vakit ayırmaya neden vaktimiz yok?
Vakti verene vakit ne zaman ayıracağız?
Nefes verene ne vakit nefesin hesabını vereceğiz?
Bugün çocuğum, yarın gencim, öbür gün takatsizim, bilgisizim, amelsizim…
Bugün öğrenciyim, yarın asker, ertesi gün dede nine olacağız... Ne yaptık ki ne yaşatalım?
Biz yarın göç edeceğiz, belde belde diyar diyar yol alacağız. Azığımız olmalı, sağlam temeller atmalı, bohçamız dolmalı...
Dünyaya yakın, ölüme uzak kalmayalım,
Vel hasılı kelam; biz kendimizi kandırarak, yalanlarla avutarak ölümü unuttuk, hatıra getirmeyerek ölümü öldürdük...
Selam ve dua ile…