Selim Kaya
Toplumsal Değerler ve İlkeler
İnsanlar arası ilişkilerin birinci önceliği varlığı dışındaki bireylerle oluşturacağı sağlıklı diyalog ortamlarını kurmaktır. Sosyal anlayışın olmadığı, davranışlara ket vurulduğu, kişinin özgür iradesinin kısıtlandığı bireysel yaşantıların varlığını sürdürdüğü günümüzde büyük bir toplumsal çöküşle karşı karşıya kaldığımız bilinen bir gerçektir. Toplum ilişkilerinin metalaştığı bize verilen hazır kültürün postmodern algılamalarla yanlış kullanıldığı teknoloji enstrümanlarının varlığını dayattığı ikilemler üzerine güven ortamının sağlanamamasından kaynaklı olarak ilişkilerimizdeki yaşam olgusunun son derece bozulduğu göz önündedir.
İnsan olarak varlık sürdüren canlı birer etmen olan bireyin varlığını dayatmasının temel önceliği farklı kültürlerden gelen bilgeliğe sahip olduğu insanlarla kurulan sosyal birlikteliktir. Bu birlikteliğin temel anlayışı, metodu olarak süregelen günümüz koşullarında sınırlandırılmış ilişkiler varlığını kısa süreli geçişken izlenimlere dayatarak gelişmiş bir reaksiyon göstermemişlerdir. Öncelikli hedefi insan varlığının tanınırlığı boyutuyla değerlendirdiğimiz bireyin yaşamını idame etmesi için başka insanlarla kuracağı diyaloglara sosyal beceriye ihtiyacı bulunmaktadır ve bunun ileriye dönük gelişmiş değerlerle desteklenmesi sağlanmalıdır. Bunun bireysel gelişimini tamamlamış bir toplumda uygulanabileceği göz önünde bulundurulursa toplumsal kültür bizim içinde bulduğumuz düzen için hala uygulanabilir bir ortam yaratmamıştır. Kişinin gelişmişliği içinde yaşadığı toplumun ürünüdür.
Birey toplumun aynasıdır sözüne atfen çoğulcu bir gözle değerlendirirsek gelişmiş bir medeniyetin ilkesel kuralları olduğu göz önünde bulundurularak düzenini kurduğu yaşadığı toplum hiyerarşisine sahip olduğu toplumsal yaradılış ilkelerini yeni bir adlandırmaya bağlı kılarak oluşturan kişi evrensel kuralları medeni bir tavırla uygulama alanı bulmuştur. Yetişmemiş bir toplum için öncelik kaynağı olan iletişim sorunu diyalog ortamlarının soyutlanması üzerine kurgulanmıştır. Bir ileri seviyeye dair bir birikime sahip olmayan insanlardan diyalog ortamlarının kurulmasını beklemek mevcut düzen içerisinde ilişkilerin gelişmişliğini umut etmek kadar bir hayal ürünü olacaktır.
Modernizmin egemen olduğu toplumlarda ancak güçlü bir diyalog kurulursa o da "insanın evrenselleşmesi" ile mümkün kılınmakla beraber bu bağlamda bireyin kendini aşmasıyla iradesi ile mümkün olacaktır. Birilerinin tutarsızlığı birilerinin gelişmemişliği toplumu çöküşe götürebilecek etkenleri beraberinde getirir. Günümüz toplumunda hala içerisinde yaşadığımız hiyerarşi birey vasfını tamamlamamış, insani duyguların ilkelerine bağlılığını yaşatmamış gelişme koşullarının dayanaklarına saplanarak bağımlılık kılmış bir asosyal toplumdur. Her yaşantının ardında bulunan hataların çözüm yöntemi olarak bilim bize bir açıklama borçludur. Çünkü insan tabiatını adlandırmakla mükelleftir. Bilim bir çok sorunun çözümüne dair fikir üretirken temeli toplum olan sorunlarda sosyoloji çözüm üretebilmektedir. Şüphesiz ki bu ileri bir algılamanın desteklenmesiyle mümkün olmaktadır. Toplum biliminin adlandırmasıyla sürdürülebilir hale gelen zaman içerisinde ortaya çıktığı bu durumda varoluş mücadelesinde Sosyoloji bilimi metodlarıyla bize yol gösterecektir. Bizim için toplumu yorumlar, toplumun her etkeni için birer bağ oluşturur. Görünen yüzüyle amaç-sebep ilişkisi içerisinde insan ilişkilerinin anlamını toplumsal düzenin borçlu olduğu ilkeleri bizim için önemli olan bütün değer yargılarının toplamının çözüm ürettiği bir halde anlamlandırmaya çalışır. Olması gereken ilkeler normlarla açıklanır, kitlenin varoluş sebeplerine çözüm üretir. İçerisinde yaşadığımız koşullarda şartlar göz önüne alındığında, sosyal ilişkilerin davranış bozukluklarına yerini bıraktığı güven bunalımının yaşandığını görmekteyiz.
"Bütün yaşanılan koşullara olumsuzluklara karşın hiçbir zaman insan umudunu yitirmemelidir. "Varlığının amaç ilkelerine bağlı kalmalıdır. Başkalarının tutarsızlıklarına gömülen her olumsuz yargı beraberinde insani değerlerinin soyutlanmasını ve anlamsızlaştırılmasını getirecektir. Bazen de umutsuzluktan çıkan sonucun bireyin daha fazla karamsarlığa itmesine sebep olmasına engel olunmalıdır.
"umut en büyük kötülüktür." der. Nietzsche eğer bir yerde insanların umudu yoksa orada yapabileceği bir yaşam, istenç, tasarım bir düzen bulamayabileceği gibi sadece adına toplum dediğimiz ölçütün göz önünde bulundurulduğu, hiçliğin yaşatıldığı ilkel yaşamımızda kendini gösterecektir. İnsanların umudunun olmadığı bir yerde yaşam için bir arayışı da söz konusu olmaz. Güvenin olmadığı bir yerde nitelikli çoğunluğun oluşturmadığı toplumsal düzende her birey gelecek için endişe etmeye başlayacaktır. İnsanların yaşama bilinci elbette ki bir arzunun isteğin varlığı karşısında netice kazanır. Geleceği tasarlamaya başlar. Birey insanlar için kısıtlı bulunan her günün sonraki aşamasında toplumsal birer gelişme sebebinin olduğu düzene götürür. Onun için bunun anlamı kendisini tatmin etmeye başlayarak onun yetiştirme ve varlık gerekçesi sebebi olarak kişi kendisini ispatlamaya çalışacaktır. Bu durum bir gaye sonucu sözün yazıda kendini bulması gibidir. Kişi kendini gerçekleştirme sorunuyla karşı karşıyadır. Algılarının kısıtlılığı insan doğasına uygun değildir. Sınırı olmayan beynimizin işlevini savunan düşünme kapasitemiz her gün önümüze bir yenisini katarak gelişmeyi yenileşmeyi istemektedir. İstencimizin temel gayesi ilerleyiştir Her gün yeni bir adım ve bunun sonucunda sorunların çözümünde etken olan paylaşım kültürüne varan toplumsal yapımızın tamamlanmasıyla kendimizi gerçekleştirmiş olmamızdır. Gelişme ve yenileşme adımlarıyla toplumsal yaşamın sürdürülebilirliği ve gelişmenin sebep açacağı iletişim toplumu ileriye dönük felsefe ve bilimin, dinin egemen kültürel etkileşimi elbette ki toplumsal yalnızlaşmamızı yenmemizi sağlayacaktır. Kendimizi tanımlamayarak güven ortamının sağlanmasına bireyin birbirinden korkan önyargılara ait nitelendirmelere ihtiyacı yoktur. İnsanlar tamamlanmış bir yaşantının ürünü ise haklı gerekçelere sahip olacaklardır. Bireyden meydana gelen toplum için yaratılan bilgelik bizi değerlerimiz ile barışık hale getirecektir. toplumun amacı olmalıdır. Neden gelişme, yenileşme ve değişme bir toplum için önceliktir? Gelişmesi için kendi ilerleyiciliği önem kazansa da ileride çözüm üretebileceğimiz bir düzeni beraberinde getirecektir. Bunun içinde toplumun geleceği kurgulaması söz ile yazının yaşama geçirmesi bireyin ruhsal erişkinliğe varmasını, bilgili olmasını gerektirir. Herhangi bir bilgiye dayanmayan öğrenim ilkelerinden anlamayarak yapılan bir yorum toplum için tehdittir. Buradaki önemli husus kültürün seviyesi gelişmiş bir toplum yaratmak ideal bir düzeni tasarlamaktır. Varlığında olumlu bir farklılık yaratma gerekliliğidir. Elbette içimizden birer dahi çıkmasını beklemiyoruz ama geçmişin yanlışlarının devamını aynı yanlışı defalarca tekrar edip farklı sonuç beklemeyi de anlamsız buluyoruz. Einstein'in nitelendirmesine dayalı kılınarak. Bundan dolayı bilgi bize belirli bir kültürel geleneğe tabii olmamızı kendimizi ruhsal ve maddi ifade edebilmemizi sağlayarak kendimizi yorumlamamızı sağlar. Gelişme kültürünün önceliği belirli bir birikime adapte olan insanların oluşturacağı toplulukları kurmaktır. Bireyden topluma geçiş aşamalarında oluşturulmasına kaynaklık eden düşünme yetisinin tefekkürün geliştirilmesidir. Anormallikten arındırılmış, kendisiyle barışık birer birey haline gelmemizdir. Kavramların anlam kazanacağı her topluluk eyleminde uygulanabileceğini verilen vasfın yerine getirilmesini sağlayacaktır. Yöntemli olarak oluşturulan bilinç düzeyine belirli bir zamanda ait olan her yargı kendini varlığına borçlu olarak yaşatacaktır. Eylemin amacı bireyin anlamlandırmasına bağlı olarak yer edinir. Neden mi? Çünkü yapılan her eylem beynin ileri düzeyde tasarım yaratmasından gelir. Ancak bu şekilde kurgulanarak hayata geçirilecektir. Tutarlı bir sonuca varmak gereklilik kazanacaktır. Günümüz koşullarında bazı katı yozlaşmış sığ olarak kabul edebileceğimiz bazı davranış modellerinden hala kendimizi kurtaramamışlığımız bizim acizliğimizdir. Onların varlığı karşısında doğru olarak bildiğimiz gerçekliklerimize yabancılaşarak yaşamımızı devam etmemiz bizim için sorun teşkil etmektedir. İnsanlar arasında da ayrım gözetilerek yapılan ötekileştirilen her olguda bunlardan biridir. Toplumun kültürel geçmişinin tabii kılındığı bu sosyo kültürel sistem değerlerin etrafında geçmiş yaşamın adlandırılması adına bir işleve sahipken günümüz koşullarında gereksiz birer amacın içerisinde anlamsız bir ismi konulmamış kast sisteminin mevcut olduğu sisteme dönüşmüştür. Geçmişin getirisi geleceği kurgularken bir tasarım oluşturur. Bu gelecek yaşamın oluşmasında var olan feodal sistem içinde yaşadığımız toplum için belli bir kültür birikiminin ürünüdür. Toplumsal paylaşımcılığın önem kazandığı bu anlayış bireyden topluma geçiş aşamasında toplum ihtiyaçlarını giderebilmektedir. Modern dünyanın vasıflarına sahip olmak gerekir. Soyutlanmış toplumsal olgu modern dünyanın bireysel yaşamını oluştururken paylaşımcılığın yaratılmasında etkili olmakla birlikte oluşturduğu toplum için yaşantı kuralları günümüz modern yapısına uymadığı gözlerden kaçmamaktadır. Her dönemin bir algısı kültürel birikimi vardır. 21.yy da ilkel toplumdan modern topluma geçişte feodalizmin geçmişin değerleri insanlara verdiği katkıdan söz edebiliriz. Kendi içerisinde insanları yabancılaştıran bir olguya dönüşerek varlık gerekçesini oluşturan feodalizm Avrupa da derebeyliklerin yıkılmasıyla tarihin karanlık sayfalarına yerini almıştır. Miadını doldurmuş bir yaşantıda hiç kimsenin bir beklentisi yoktur. Öncelikli amaç, humanizmin ilkeleri doğrultusunda insanın kendisiyle barışık değerlerinin bilincine varmasıdır.
Erich Fromm sevme sanatında sevgiyi kendine ait olan bir hissiyatla tanımlamaktadır. Bizim toplumumuz ise asırlar öncesine dayanan bir geri kalmışlığa kendilerini mahkum etmektedirler. Değişim olması gereken her enstrüman gibi insanın kendini yenilemesi gerekir. Belirli bir adlandırmaya bağlı kılınmış temel oluşumun yer kapladığı içerisinde geçmişinden gelen tarihi süreçleriyle benimsenebileceği bir noktada toplumsal değerlerimizin gelişmişliğini var olan anlayışın korunmasında önemli bir role sahip olduğu da kuşkusuz yadsınamaz. Bizim becerimiz tarihte bulunan kimliklerin hangi süreçlerden geçtiği anlamlandırma aşamalarının çözümlenmesinde antropoloji biliminin geçmiş kültürlerin araştırılması değerleri olumsuzluklarıyla bir arada tutan yaşantımızın günümüz koşullarıyla değerlendirilerek tarihsel süreçlerin içerisinde göçlerin algılayış farklılıklarının topluma yön veren kişiliklerin sözde kültüre eklenmeleri onun vasfından kurtularak geçmiş kültürü oluşturmaları olmamalıdır. Geleceğe umut ile bağlanmanın yolu geçmişin yanlışlarının kabul edilmesiyle başlar. Zihniyetin değişimiyle geçmişte ortaçağ karanlığında din eksenli olarak olduğu iddia edilen kutsal kitabın dışında olan cennet vaadli tanrısal buyruk içermeyen söylemler Protestan Katolik ayrışması gibidir. İnsanların birbirlerine sorun çıkarmak için nedenler üretmeleri gibidir. Gelecekte tasarlanan düşünce ve kanaat özgürlüğüne dayandırılarak yapılan eylemlerin yanlışlığının bir daha tekrarlanmaması adına Avrupa toplumu yanlışlarından vazgeçerek modern toplumsal değerlerin oluşmasına öncelik etmiştir. Günümüz Avrupa kültürü gelişmiş bir kültüre sahiptir sürekli yenilenen toplum düzenini değerlerini bireyselciliği öngörerek yaşayış kimliğini varlığını toplumun önceliğine adamıştır. "Pragmatist" bir açıdan yaklaşmak mümkündür. Bu durum William James Faydacılık adlı eserinde bireysel çıkarların önceliğine dayanan insani duruma bağlı kalmak gibidir. Bir toplumda faydacı olmayan yaşayış için gereksinimlere katkı sunacak herhangi bir etkenle karşılaşılmadığında o etkenin değiştirilmesi gerekir. Toplum yararına olacak şekilde farklılaştırılmalıdır. Bizim yaşadığımız toplumda uygulanan bireysel ya da toplumsal olgu geçmişin iyi yönlerinden çok geri kalmışlığını uygulamakla beraber hiçbir çözüm üretememiş anlamsız kurallara bağlılığına mecbur kılınmıştır. Geriye dönmemek gerekir. Geçmişin elde ettiği umutsuzluğun kaynağı yapılan ilkesel deformasyonuna bağlı kılınmamalıdır. İnsanlar umut ile bir şeylere baktıkları zaman egemen olması gerekeni bilgelikle gerçekleştirebilirler. Sürü toplumu yersiz bir imgedir. Bizim önceliğimiz bilge bir insanın erdemli toplumu için birey toplum ilişkisi gözetildiğinde önem kazanacaktır. Her ilerlemecilik bir umut yaratacak toplumsal gelişmenin anlamlandırılmasıyla birer katkıya dönüşerek gelecek için tasarım ilkesine dönüşecektir. Bu tasarımda insani değerlerin yaşatılmasıyla mümkündür.