Ahmet Sönmez
BİLGİ-MUTLULUK İLİŞKİSİ
Doğayı, insanlık tarihini ya da kendi entelektüel faaliyetimizi derinlemesine düşündüğümüzde, gördüğümüz ilk manzara, sonu gelmez bir ilişkiler ve etkileşimler labirentidir, burada hiçbir şey, olduğu gibi, olduğu yerde ve olduğu şekliyle kalmaz, her şey hareket eder, değişir, var olur ve varlığı sona erer... Dünyanın bu ilkel, naif, ama yine de özünde doğru kavranışı antik Yunan felsefesinin kavrayışıydı ve ilk olarak Herakleitos tarafından açıkça formüle edilmişti: her şey hem kendisidir hem de değildir, çünkü her şey bir akış halindedir, sürekli olarak değişir, sürekli olarak oluş ve yok oluş halindedir.” F. ENGELS’ in bu alıntısı temelinde bilgi-mutluluk ilişkisi var olabilir mi sorusu, değerli Müslüm arkadaşın bana bir gün sormasıyla zihnimi epeyce meşgul eden konuların başında geldi. Gerçekten böyle bir ilişki gelişebilir mi? Sorusu başat bir soru konumunda iken bu sorunsallığı yazma kararı alıp sizlerle paylaşmak istedim.
Obje ile süje arasında var olan ilişkilere bilgi denir. Obje bilinmekte olan varlıktır, süje ise insandır. İnsanların bir şeyin farkına varması, onu anlaması ve tanıması sonucunda ortaya çıkmış olan ürünlere bilgi adı verilir. Bilginin çeşitleri; gündelik bilgi, bilimsel bilgi, sanatsal bilgi, teknik bilgi vb. Kabaca, bilgi ve bilginin argümanları bunlar iken, mutluluk ile ilişkisi müthiş bir çelişkide kendini var ettiğini aslında Tanrı –Adem ilişkisinde görebiliyoruz. Kutsal Kitaplarda gerek Kuran-ı Kerim de gerek Eski ve Yeni Ahitte Tanrının Ademi yarattığında Ademe cennetteki bir meyvenin yasaklaması hikayesini hepimiz biliriz. Düşündüğümüzde neden Tanrı böyle bir karar almış olabilir? Aslında bu sorunun cevabını bilgi- mutluluk ilişkisi çerçevesinde ele aldığımızda sorunun bir anlam düzeyine ulaştığını görebiliriz. Bir varlığa Tanrı demek için, Tanrının taşıdığı kendine has özelliklerinin olması gerekiyor. Tanrı; hiçbir şeye benzememeli, insanüstü bir varlık olmalı, her şeyden münezzeh olmalı ve mutlak bilgiye sahip olması gerekiyor.
Tanrı, Ademi yarattığında “Ey Adem sana sadece bu meyve yasak ve onu yememelisin” söylemi aslında Ademle kendisi arasında ki son sınır olma özelliği taşıyor. Adem cennette her şeyi yapabiliyorken, tanrıyla bir farkı olması gerekiyordu. O halde Adem ile Tanrı arasında, bir sınır olmalı ve o sınırın somut ifadesi ise o meyvedir. Adem cennete her şeyi bilip yaşıyorken sadece o meyvenin tadını bilmemesi bile mutlak bilgiye erişemediğinin bir göstergesidir. Bu doğrultuda Adem bir insandır ve Ademde mutluluk olgusu hala mevcuttur. Ama Tanrıda böyle bir olgu yoktur çünkü insanı hisler taşımaz. Mutlak bilgiye sahiptir. Ademin o meyveyi yemesi Tanrının, Ademi mekândan kovmasıyla kovmasıyla son bulur.
Mutluluğun, bilme ilgili ilişkisel bir olgu olduğunu yukarıda belirtmek istediğim anlatıda görebiliyoruz. Bu perspektifle yaşama yaklaştığımız zaman aslında mutluluk olgusunun bilginin var olması karşısında kendini yok ettiğini yaşam pratiklerimizde görebiliyoruz. Sosyolojik olarak günümüz dünyasındaki vahşetlerle geçen günlerini kaygı duymayarak, insanların basit bilgilerle, basit arzularla sözde mutlu olduklarını görmemek için kör olmak gerekir. Bu çok keskin bir tespit olabilir, bilmiyorum! Ama özelde Ortadoğu da yaşanan kaos, genelde de Kapitalizmin ve burjuvazinin vahşileşmesini bilmemek ya da ilgilenmemek elbette ki insana “mutluluk” verebilir. Peki sormak gerekmez mi mutluluğumuz İNSANLIK ONURU’nun neresindedir diye. Kapitalist kültürün etkisine girmiş bir toplum, “mutluluğu”; yaşananları umursamamada, bana dokunmayan yılan bin yaşasın da, bencillikte görürken, kendi mutluluklarının peşine düşmelerini hangi ahlaki normla açıklayabiliyoruz. Kapitalist kültürün bize sunduğu yaşam değil, mutluluk değil sadece bir yaşam ve mutluluk tutamağıdır değerli dostlar. Bunu iyi görmek gerekir. Kapitalizm aslında ana rahmine düştüğümüzden itibaren kendini caz cavlak hissettiriyor. Dünyaya geldiğimizden itibaren ailelerde mutlak bir gelecek kaygısı kendini var etmiyor mu? Sermaye-birikim ilişki içerisinde kendini var eden bu yaşam tutamağıyla birlikte okula başlarız. Başarı için telefon, tablet gibi aygıtlarla bizi kampçılayan ailelerimiz değil midir? Ailelerimize bunu yaptıran dolaylı olarak kapitalizmden başkası değildir. Kapitalistler bir mal talep edildiği veya ihtiyaç olduğu için üretmez değerli dostlar sadece kendi pazarını oluşturup canlı emek sömürüsü ile kar elde etmek için üretirler. Çocuklarımız tabletlerle telefonlarla zaman geçirirken burzuvazi çocukları dünyanın en saygın üniversitelerinde eğitim görürler. Bizim çocuklarımız, bireylerimiz ise sadece büyük bir kaygıyla yaşamıyor mu? Gençliğinde sosyal medyanın vahşi rüzgarına kapılıp sorgulamadan, okumadan, düşünmeden mutlu olduklarını zannetmiyorlar mı? Ya sonra… işe başlar başlamaz sınıf bilinci olmaksızın tüketim endeksli yaşamıyormuyuz? Bu kıskaçta kapitalizm, vahşi bir şekilde bizlere özel mülkiyeti dayatmıyor mu? Evim olsun, arabam olsun, şu olsun.. bu olsun.. hepsi benim olsun düşüncesiyle bizleri bencilliğe sevk etmiyor mu? Sonra birde bakmışız ki ölüm saati kapımızı çaldığında geriye bırakılan tek şey basit bir yaşam tutamağı… Bu yüzden değerli dostlar, süreci iyi okumak gerekmez mi ?
Albert Camus Başkaldıran İnsan kitabında yazgıya şöyle sesleniyor: Ey yazgı! Ne sana yenileceğiz, ne de başka kötü bir güce ve kaçınılmaz yolculuk saati çaldığında yaşama boşu boşuna sarılanlar karşısındaki hor görümüz şu güzel türküde çınlayacak; Ah! Ah! Nasılda ONURLU yaşadık.” Kapitalizmin bize dayattığı bu yaşam ve mutluluk tutamağı bir kader, bir yazgı değildir değerli dostlar. Bu temel de yaşamı güzelleştirecek olan şey ve mutsuzluğumuzu insanlık onuruna yaraşır kılacak şey bilginin yaşamımızda pratik sonuçlarına dönüp bakmak, sosyolojik ve insanlık onuru kaygıları gütmektir. Bunun dışında mutluluğu istemek sadece basit insanların arzulayacağı bir olgu olmaktan kurtulamayacak ve buda mutluluk olgusuna emin olun ki en büyük ihanettir. Kaybedebiliriz mutluluğumuzu ama mutlulukla birlikte feda edeceğimiz her şey insanlık onuruna yaraşır olmalı. Yaraşır olmalı ki terk etme vakti geldiğinde bu dünyayı, onurumuzla terk edelim. Bilmekten okumaktan, sorgulamaktan kaçmamalıyız. Sonu mutsuzlukla geçen bir yaşam olsa da bizler onurumuzu kazanacağız çünkü ONUR yaşamın çok çok üstünde bir kavramdır.