Selim Kaya
ERDEMLİ OLMAK
Değerlerin toplum için ne anlamı nedir? Bir insanın yaşamını şekillendiren davranışlarının bütünlüğü elbette sahip olduğu ilkelerle ortaya çıkar. Bundan dolayı insanın kendini ifade edebileceği yükümlülüklerinin toplamı, onun karakteristik özelliklerini gösterir. Geçmişten günümüze tartışılan bir konu olması itibarıyla iyi bir vasfa sahip olan bireylerin davranış modelleri, sürekli tartışılagelmiştir. Ahlakın övdüğü bütün davranış kalıpları, evrensel ahlak yasası üzerinden toplum normlarını oluşturan’’ iyi birer birey olma’’ yolunu gözeten yaklaşımların bütünü olarak bize kendini kanıtlama gereği duymuştur.
Bu değerlerin ortaya çıkması erdemli bir toplum olma gerekliliğini doğurur buda bize genel geçer yargıların anlamlılığını suje ve obje ile ilişkisi ifade eder. Bu yargıların subjektif olduğu üzerinde durulmaz. Bize göre, öznel bir yargının yorumlayacağı nitelendirmelerin hangi yönde olduğu önem kazanmaktadır. Bütün bu düşünceler, bizim kabul ettiğimiz eylemlerimizin ölçütü olarak değerlendirilmesi sonucunda ortaya çıkar. Toplumun isteklerine hitap eden, bizi benliğimizin uysal davranışlarına bağımlı kılacak her türlü davranıştan yoksun olma gerekliliğini anlatan davranışlar, birey tarafından temsil edildiğinde, erdemli toplum gerçeğini yaratacak vasıflara sahip olmamızı sağlar. Benliğimiz, yargılamalarımız kendi gerçekliğimizi ifade eder. Bilinçaltında yatan gerçekliğin saklı olduğuna karşılık bu durumun, hangi koşullarda ortaya çıktığı durumda önem kazanmaktadır. Yaşadığımız toplum gerçeğini kabul ederek, toplumun katı kurallarına bağlı olduğu, gelişmemiş bir zihniyetin hegemonyasında oluşturulan hiçbir davranıştan gelişim ve ilerleme sağlanamayacağı ortadadır. Yaşadığı zamanın koşullarına uyum sağlayan bir toplumun öncülüğünde kurulan her eylem ‘’davranış algılama modeli’’ olarak yaşadığı gerçekliği bir ileri seviyeye taşır. Erdemli olmanın önceliği; yaşadığı değerleri gözeterek, modern toplumda yer edecek bir ilkesel duruşa sahip birer birey olmaktır. ‘’Kendini aşmamış bir zihniyetin, herhangi bir niteliğe sahip olduğu davranışlarının topluma zarar vereceği bilinen bir gerçektir. İlkellikten medeniyete geçiş gerici bir zihniyete karşı bireyin yeniden yapılandırılasıyla özverili bir duruş sergilemesiyle mümkün olacaktır. Yüzleşmediğimiz gerçekliğimiz, bu ilkesellik, elbette bizim dürüst olmamızla mümkündür.‘’ ''gerçek korkutucudur'' der Nietzsche. Tarihi süreç içerisinde her olgu, farklı adlandırmalara bağlı olarak gelişimini tamamlar. Felsefenin yanında, dinin kaynak olarak alındığı düşünülürse bu algılamalar , gözle görülür bir gerçekliğe sahiptir. Kutsal kitaplar yalanı ‘’kötülüğün temsilcisi ‘’olduğu ifade edilir. Bütün dini kaynaklarda, yalan söylemenin kötülük kavramıyla bağdaştırılan yaklaşımları mevcuttur. Modern ilkeler elbette, dürüstlük temelinde gelişerek eylemlerin sözlerle bütünleştiği kitlelerin kabulüne yoran bir algı ile devam etmesiyle belirli bir sürece girmiştir. Birey kendini tanıyan erdemli bir kişiliğe sahip bir insan olarak dürüst olmak zorundadır. Toplumun ihtiyaçlarını ,yaşadığı koşulların etkisi altında kalmadan, geleceği kurgulayarak anlam yüklemelidir. Bu durum kişinin ortak algıya kendini adayan birisi olmak durumundadır ve en iyi davranışı sergileyebilendir. Karakteri erdemli olma önceliğine bağlı yaşayan bir kişi, her zaman ,yaşadığı koşullarda aşırılıktan kaçınan ve orta yolu bulma anlayışı içerisinde yaşatır .’’Birleştirici bir özelliği kendinde mümkün kılmakla sorumludur.’’ der Aristoteles. İyiliği temsil eden yaklaşım, aşırılıktan kaçınma davranışlarımızın erdemle yorumlanma biçimidir. Hiçbir şeye tahammül edilemeyen, günümüzde, holiganlaştırılan zihniyetlere karşı algılarımızın insani temelde olgunlaştırılmasına aracılık edilmesini telkin kılar. Kişileri kutsallaştırmakla kendimize duyduğumuz hiçliğin esasında hiçbir anlam taşımadığı anlayışını yaşamımıza temellendirilmemiz gerekir. Kişinin davranış mesuliyeti kendisidir. Her birey, yaptığı davranışların sorumluluğunu, yükümlülüğünü alma hakkına sahiptir. O davranışların yükümlülüğünü, başkalarına indirgeme hakkını ,başkalarının aidiyetlerine bağlı kılmaz. Birey ortaya koyacağı bütün kişilik sendromlarına karşı bir sorumluluk almakla yükümlüdür. Yaşadığımız dönem bu icraatların kişilik vasfının tartışılageldiği bir dönemdir. Bu dönemde, bireyin kendini gerçekleştirmekten aciz, başkalarının benliği üzerine söz hakkı sahibi olabilme yetisini kendinde gördüğü bir dönemden söz etmemizi mümkün kılar. Kişinin birey olarak var olma vasfını başkasına emanet ettiği iradenin teslimiyeti, kişinin bütün doğasına aykırıdır. Başkasının senin adına düşünebilme hakkı yoktur. Kişiliğini tamamlayan bir takım işlevlerden yoksun kalan benliğin mağduriyetine sebep açan gelişimimizin tamamlaması bizi doğamıza aykırı bir sürece yorar. Kişisel gelişim kavramı, bu denli bir öneme sahip olduğundan, karakteristik özelliklerimizin ruhsal yaradılışımıza uygunluğu ileriki aşamada yaşamsal problemlere ya da toplum ilkelerinin zararlı değişimine uğrayarak olumsuz bir durumla karşılaşılmasına sebep olacaktır. Bireyin vasfının toplum nezdinde anlam kazanması , içinde yaşadığı çoğunluğa bir katkı, ruhsal yönden tedaviye muhtaç bir kişiliğe sahip olmaktan uzak olmamız sayesinde yerine getirilebilir. Toplumun ileri derecede hasta olduğu davranış bozukluklarının oluşum sebebine yadsındığı bu durum ruhsal ve bedensel bir çekişmenin sebebi değil midir? Tedaviye muhtaç insanların yanlış adlandırıldığında, isteğimiz karşıtı herhangi bir durumu hastalıklı bir tutumla bir alarak gördüğümüz algılayışımız, bizim tedaviyi kabul etmeyen sürekli daha iyi ileri bir boyutta yaşadığımız koşullarla olan uyumsuzluğumuzla bir tuttuğumuz gerçeğini ayırt etmez. Bedensel ve ruhsal uyumsuzluk, davranışlarda kendimizi açık fikirliliğimizle dile getirmekten yoksun olmamıza sebep açarken ,kendimizi farklı gösterme çabamız, başkaları için kimlik bocalamasına varlığını kabul etmeyen ruhsal ve bedensel uyuma aykırı olduğu gerçeğini değiştirmez. Bu olumsuz durumun sonucu olarak kendimizi önemsememek değer yargılarımızla barışık olmadan birer aciz karaktere dönüşmemize sebep açar. Nitelendirmemizin özü, kendimizle barışık olmaktan geçer. Bize kendimizden önce başkalarını önemsemenin gerekliliğinin anlatılması, varlığımıza duymamız gereken sevgiden bizi mahrum bırakır. Başkalarının isteklerine irademizi teslim etmemize gerekçe oluşturur. Modern toplumda, bir insandaki en önemli davranış biçimi dürüstlüktür. Kendimizle barışık olmamızdan geçer. Anatole France Tanrılar Susamışlardı adlı eserinde :''Erdemi sevmek lazım ama bunu sadece insanların rahat yaşayabilmek amacıyla uydurdukları basit bir çare olduğunu gerçeğinde akılda tutmak gerekir'' kendimizi kandırma gerçeğine bir örnek değil midir? Yaşadığımız toplumda, anlamını yitirmiş değerlerin tarihin çöplüğüne atılmış anlamsız safsataların yeniden gün yüzüne çıkarılması medeni bir kimlik oluşturduğu iddiası, bize modern bilim evrensel bir felsefe gibi sunulmaya çalışılması saçmalıktan başka bir şey değildir. Bu durum kişinin yoksunluğun aracıdır. Bu durum İngilizlerin periyodik cetveli bir armağan olarak Hintlilere sunması gibidir. Ülkenin özgürleşmesinden sonra belirli kimyasal elementler tablosunun dışında herhangi bir öneme gereksinim duyulmadığı görülmesi sonucu oluşan durum ile bizim toplumumuzun tüketim toplumuna elverişli hale gelmesi kolaycılığa kaçınılması gibidir. Üretimin insanlar arası bir gelişime sebep açmaması bir benzerlik göstermez mi? Post modern kültürün tüketici yaşam kültürüne dönüşerek yaşam düzeyimize indirgenmesi bunun başlıca bir örneği değil midir? Bu durum yabancı bir kültürün kötü yönlerinin örnek olarak alınıp ileri bir gelişim seviyesine ulaşılamaması durumudur. İçinde yaşadığımız toplum gerçeği üretim endeksli bakış açısının bizde bulunmaması ,düşünce yapımızda kurgulayamadığımızdan bugün yaşadığımız koşullarla iç içe bulunma durumunda kalmaktayız. Dürüstlük bir erdemdir. Kendimize karşı gösterdiğimiz sevgiyi, başkalarını anlamaya değer vermeye başladığımız anda, kendi gerçekliğimizle karşılaşmış oluruz. Varlık gösterdiğimiz yaşama karşı, doğamızın bize verdiği ilkeleri benimseyerek algılamalarımızı toplumun içerisindeki bulunduğumuz koşulların özünde anlamlandıracağı bazı ilkeler ışığında biçimlenmemiz gerektiğini göreceğiz. Başkalarının bizim için ne düşündüğü önemli değildir. Birey olarak var olduğumuz gerçekliğine kendimizi adamamız gerekir. Eleştirel yargı dışında benliğimizin özüne adaması, bizim metotlarımıza elverişli olduğundan değer kazanacaktır. Onun içindir ki yaşam düzenimizin belirlediği bir toplum haline gelmemiz niteliklerimiz ,imkanlarımızın benliğimize yaşam düzeyimize ne kadar sirayet ettiği ortadadır. Gelecek kurulan ütopik tasarımın gelişmeye elverişli erdemli bir toplumun öncelik olmasıyla sağlanacağı kurgulanan bir gerçekliktir.